her gün biraz daha
şarkı söylenmeyen sabahlara benziyor
serin gömlekler giymenin onaramadığı günlere
herkes uykudayken
hastalıklı bir uykudan uyanıp
bozulan bir yemini hatırlamak
gibi yaşamak
savaşın neresinde olduğumu unutmadım
mırıldanmak için bir dua arıyorum sadece
savaş bittiğinde dönebileceğimiz
barbar bir şatomuz vardı eskiden
eşiğinde durduğumuz kadim bir kapımız
ortada kalmış cenazeyi kaldırırken duygulandığımız
borcumu ödedim iyilik tüccarlarına
yıkadım yüzümdeki temizlik lekelerini de
acımızı
Pek çok şair kendisini diğer insanlardan farklı bir yapıda görür. İki ayak, bacak, bir gövde ve başla şekillenen
kaba iskeletin şair adını alanlarının diğerlerinden farkı ne ola?
Kuşkusuz, farktan kasıt suret değil, öz, ruh.
Ruhsal durumu, dünyayı kavrayışı ile, evet, anladık, o farklı ve bambaşka birisidir.
Peki, şairi hayal avcısı olarak düşünenlerle, duygusal bir inek kategorisinde tutanlara ne dersiniz?
Ya hakikatlere ayna olup kendini sert, haşin, yalçın kaya-çelik maddelerle eşdeğerde tutanlar. Makina
Şiiri toplumsal olandan uzaklaştrdıkları, anlamsız ve soyut bir noktaya getrdikleri ve
apolitk bir söyleyişe yöneldikleri iddialarıyla sıklıkla eleştrilere maruz kalan İkinci Yeni
şairleri, her ne kadar bireyselliği öncelemiş olsalar da şiirlerinin tamamıyla
toplumsaldan uzak olduğu söylenemez. İçinde yaşadığı toplumla uzlaşamayan
bireyin iç bunaltlarını yansıtrken toplumsala dokunmak zorunda kalan ve toplumsala
başkaldıran İkinci Yeniciler, şiirlerinde bireyi özellikle mekân aidiyet ve zorunluluk
üzerinden
Petersburg'da Ölüm, ilk öykü kitabıyla sürgünlüğün dramını, trajedisini aktarıyor okura Dursun Ali Sazkaya. Gidip de dönemeyenlerin, beyhude bekleyişlerin, karşılıksız aşkların hüzünlü öyküleri bu aktarımda şiirden de el alıp sade ve akıcı bir Türkçeyle biçimlendirilerek anlatım diline kavuşturuluyor.
Geçmişini sadakatle bekleyen, ata ocağının bekçisidir Sazkaya. Bekleyişinin kadim sırrını yaşadığı, çocukluğunu ve ilk gençliğini tecrübe ettiği Kaçkarlarda aramanın derdinde, tasasındadır daha çok. İnsanın ka
Gül Tanrıverdi, duyguların uç verdiği yerlere dokunuyor ve orada bizim göremediğimiz yerleri bize de gösteriyor. Tanrıverdi'nin dilinin en bariz vasfı ise "berrak" oluşu. Ruhum Seni Tanıyor, bireyin kendi içindeki derin yalnızlıkları irdeleyen, hayata dair samimi, sıcak hikâyeler...
Recep Seyhan
Tanrıverdi'nin öykü yolculuğu, derinleşerek sürüyor.
Bu öyküler, gerçekten samimi, yaşanmış izlenimi veren, gerçek olmayan boyutlarıyla da son derece gerçekçi ve inandırıcı. Tanrıverdi, artık öykücülüğümüzde bir is
Sular söz dinlemez, isyan akardı
Bahçesi tarumar çiçeğim güldü
Tele konmuş bir kuş ürkek bakardı
Ömür bir yokuştu şehre döküldü
Ağlayan demirin sesi de demir
Kar, beyaz buluttan yağsa gerektir
Sellerin önünde çamurdan nehir
Dünyanın alnında sarı kâküldü
Gözüm dağa doğru, kulak kirişte
Bir yeni hayat var her can verişte
Künyemi sordular kabre girişte
Gönlüm aldırmadı, göynüm üzüldü
Neslime akraba olacaktılar
Kalbimi açanlar ordan baktılar
Kanımı akıtıp sonra yaktılar
Benden son hatıra bir avuç küldü.
Sinemanın dünyadaki misyonu, etkisi ve yansımaları dikkate alındığında Türk Sinemasının özellikle 90ların ikinci yarısından itibaren belirgin bir şekilde ivme kazandığı görülecektir.
Türk Sineması daha proje aşamasındayken aldığı ulusal ve uluslar arası desteklerle farklı tür ve anlatı yapısına sahip filmlerin çekildiği bir süreci yaşar hale gelmiştir. Alan ile ilgili enformasyonun artan önemi de süreci çeşitlendiren ve cesaretlendiren diğer unsurlar olarak değerlendirilebilir. Tüm bu bileşenler, Türk Sinem
Cemal Şakar Edebiyatın Sırça Kulesinde, kutsal, ilham, vahiy, aşk, dil, hakikat, sanat kavramlarından yola çıkarak apaçık bir Müslüman sanatçı manifestosu ortaya koyuyor.
Sanatın kökenlerine, dinle olan bağına, giderek sanatın varoluş koşullarına eğilip zevkin ve hazzın peşindeki sanat anlayışına karşın vahyin emrindeki sanat anlayışını temellendiriyor. Kutsal ve dünyevî bağlamında sanat algılarını tartışırken Müslüman sanatçının sanat karşısındaki konumunu ele alıp, Kuranın vaz ettiklerinden sanata bakış
Loş yatakhanede her zamanki alışkanlıkla bozuk kalorifer peteğine yaslanmış, iki çocuğun vücutları tir tir titriyor, dişleri birbirine çarpıyordu. Köyde geçen anılarını anlatıyorlardı, ısıtarak birbirlerini çocuk düşleriyle.
Hasan:
"Büyüyünce de kardeşliğimiz devam edecek değil mi?"
Hikmet, küçük kollarını açıp Hasan'a kocaman bir sevgiyle sarıldı.
"Kardeşliğin bittiği görülmüş şey mi, kardeşim?"
Tam o esnada içeriye ince, uzun boylu, üzerinde siyah bir palto, elinde bir çuval, insanın içini ısıtan bir tebe
Osmanlı İmparatorluğunun son yüzyılında Anadolu coğrafyasını mesken tutmaya başlayan Protestan misyonerlerin başta Ermeniler olmak üzere gayrimüslüm nüfusa yönelik kışkırtıcı faaliyetlerde bulundukları aşikârdır. Bir başka değişle bugün bile Türk kamuoyunu ve bilim çevrelerini en çok meşgul eden konulardan biri olan azınlıklar meselesinin ortaya çıkmasında Board teşkilatına mensup misyonerlerin katkısı bir hayli fazla olmuştur. Misyonerlerin Türkiye ve Anadolu coğrafyasına yönelik emellerini ortaya koyması
Çandra Gupta...
Etrafına topladığı, gerilla kuvvetleriyle önce Nanda Hanedanlığı'na son verip Magatha Krallığı'nı kurmuş, hemen ardından da Hindistan'ın en ücra köşesinde bile Tanrı olarak nitelenen Büyük İskender''in ölümünden hemen sonra, Pencap'ı da topraklarına katmıştı.
8848 metre yükseklikteki Everest Tepesi'ne ev sahipliği yapan Himalaya Dağları'ndan Kabil Vadisi'ne, Vindhya Sıradağları'ndan Hindistan'ın güney ucuna kadar uzanan; tarihin en büyük yirmi imparatorluğundan biri olan Maurya İmparatorlu
Turuncu Boşluk, Gül Tanrıverdi'nin, Mevila ve Ruhum Seni Tanıyor'dan sonra, üçüncü kitabı. Her
öyküsü ve kitabıyla, Tanrıverdi bir adım daha ileri götürdü dilini, dünyasını. Kırılgan, melalli, hüzünlü,
dokunaklı, kırık, kesik; ama hep onarıcı ve umut dolu öyküler anlatıyor. Sanırım yazarken acıların,
yaraların iyileştiğini artık daha derinden hissediyor. Bir acıyı anlatabildiği zaman anlamlandırabiliyor
ve ondan kurtulabiliyor. Tanrıverdi, olay öyküsüyle durum öyküsünü birleştiriyor.
Arı duru bir anlatımı,
"Duydum sesini
"Ballar balını buldum kovanım yağma olsun"
Dizesinde Yunus'un.
Duydum ta uzaklardan
Gülbanklarda
Mehteranlarda
Seyyid Onbaşının bismillahında
Ve duydum on beşinde temmuzun
Salanın sedasında
Işıltını gördüm sahrada
Su başlarında
Yavuz'un kılıcında
Dinleniyordun
Al kanlara boyanmış
Bir sancak tutuyordun
Gördüm haçlı uşaklarına karşı
On beşinde temmuzun
Destanlar yazıyordun
Âdilşah Kadın, III. Mustafa'nın üçüncü kadını, Beyhan ve Hatice Sultan'ın ise annesidir. Padişah eşi olarak,
Harem-i Hümâyûn hiyerarşisi içinde önde gelen, kendi maiyeti ve özel dairesi bulunan bir kadın kimliğine
sahiptir. Hanedan ailesinin hayırsever bir mensubudur ki bunun açık göstergesi olarak, ömrünün sonlarına
doğru, ölümünden yaklaşık sekiz yıl önce, kurduğu vakfı zikredebiliriz.
Elinizdeki kitap, Âdilşah Kadınefendi'nin gerek kişisel gerekse dairesinde yaşayan kişilerin çeşitli ihtiyaçlarını
k
En uzun yolculuk, beynimizden yüreğimize yaptığımız yolculuktur. İnsanın son yolculuğa çıkışı gibi. Affetmek bu yolculuğun en kestirme yoludur. Affetmek, affedilmek geçmişin yaralarını yeniden deşerek yüzleşmek zorunda kalınsa bile kendi içinde önemli bir dersi barındırır.
İmkânsızlıklar içinde başlayan bir yaşamın içinde hayatı kazanma çabasıyla şehre uzanan bir hayat mücadelesinin öyküsü, örnek alınan insanlar, ders çıkartılan yaşantılar, insan ruhunun ve aşkın karanlık labirentlerine doğru sessiz bir şe
Her acı bir daveti çağırır
Tuz ile merhem düşünceye
?Yara'dan ayna yapmış ?Yaratan'
Kader-keder ellerde saklanır
Merhem dersem çık
Tuz dersem çıkma
Mü'min mü'minin yarasıdır
Hayat çoğunlukla bildiğimiz gibidir. Sorun şu ki, bazen ne bildiğimizi bilmeyiz. Unutmuşuzdur.
Yaşarken, doğal olan sıradanlaşır; değerli olan görünmez olur. Alışkanlıklarımız bir süre sonra bizi
başka bir insana dönüştürür.
Bildiğin Hayat, adının tersine hayatın bilmediğimiz, uzak düştüğümüz, görmezden geldiğimiz yanlarına
eğilen öykülerden oluşuyor. Alışkanlıkların insanı dönüştürdüğü gibi, öykülerde kurulan hayatlar da
okuru dönüştürüyor. Kitap bittiğinde elimizde hayat kalıyor. Bildiğin hayat; unuttuğum
Yahya Kemal şaheserlerle dolu mutantan bir geçmişin ağır yüküyle geleceğin belirsizliği, kararsızlığı karşısında şaşakalmış biridir. Onun 1071 yılında başlayan yürüyüşten doğan vatan duygusunu; Bizansın viraneleri üzerinde yükselen İstanbuldaki Türk-İslam medeniyetinin şaheserleri vurgusunu ve fethe yüklediği geniş anlamları hatırlarsak; yeni gelinen noktada garplılaşmak, yenileşmek zorunluluğu karşısında nasıl da sıkışıp kaldığını daha iyi anlayabiliriz.
Bazı kitaplar vardır ki, onları bir türlü ele alama
Düş Kesiği, bir sabah uyandığında kendisini yazdığı romanın karakteri ?güvenlik görevlisi M'
olarak bulan 'gereksizyazarın' tuhaf ve sarsıcı hikayesini, incelikle örülmüş bir kurguyla
veriyor.
2010 yılında Oğuz Atay Roman Ödülü'ne değer görülen Düş Kesiği, hem insanın en temel
bilgisinin hem insanın en temel yanılgısının kendisi hakkında olacağını farklı açılardan
bakarak savunuyor; varetmenin sorumluluğuyla, idealin ve tutkunun kanatıcı tarafına eğiliyor.
Toplam 1000 kayıt bulunmuştur
Gösterilen 920-940 /
Aktif Sayfa : 47
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için, amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz.