“Evet, onun hakkında bugüne kadar hiçbir şey yazmadım. Yazsaydım ‘tarih’i çarpıtırdım belki de. Şimdi ona ihanet ettiğimi sanıyorsunuz değil mi? Asla. Ruhumun en derin noktasına kadar onu sevdim ve ona inandım. Beni aldatan asıl oydu. Bensiz düşleri ve bir türlü yetişemediğim tutkularıydı sonumuzu getiren. Belki de tarihin ta kendisi. Ancak şu da bir gerçek ki bu ‘tarih’ ne onun tarihiydi ne de benim. Aslında ikimiz de sahnenin dışındaydık.”Columbus’un Kadınları memleketlerinden, köklerinden uzak kalan ya d
Türk edebiyatının en verimli ve tartışma yaratan yazarlarından biri olan Erendiz Atasü, ilk baskısı 2008 yılında yapılan öykü derlemesi İncir Ağacının Ölümü’nde hem toplumsal konuları hem de bireysel çatışma ve çıkmazları konu ediniyor.Sosyal taşlamaya dahil edilebilecek kimi öykülerinde orta sınıfın dar kalıplara hapsolmuş dünyasını; mülkiyetçilik, kıs- kançlık ve aymazlık üzerine kurulu davranışlarını yer yer mizahi bir üslupla ortaya seriyor. Kimi öykülerinde de, sade üslubuna karşın derinlere nüfuz eden
Sesin ne garip, ne kadar yabancı. Kendi kendine konuşanlara deli
denilen yerlerden gelmişsin buraya. Kalktığın yere çömeliyoruz biz.
Ya da senin boşluğuna yerleştiğimizi düşlüyoruz sadece. Çünkü
nerede olduğumuzu anlamak öylesinezor ki artık. Sahi, neredeyiz o
sırada?
Soğuğun ayılttığı bedenler, sisin gölgelediği düşler... Yaşam nerede
bitiyor, ölüm nerede başlıyor? Hayat, bedenin neresinde saklanıyor?
Ruhumuzun ete kemiğe büründüğü, bürünüp de aklımızla alay
etti
“Bir gün dönüp yazdıklarımı okudum. Düşünce derinliği
şekline bürünen bir sürü ıvır zıvır saçmalık. ‘En azından bunun
farkındasın,’ dedim kendime. Bir süre ara verdim yazmaya.
Saksıya menekşe ektim, her gün suladım, bir akşam geldim
soğuktan donmuş. Olabilir. Her şey olabilir.”
Mutluluğun tek numarasının insana kötü bir geçmişi unutma
gücü vermek olduğunu bilen insanlar... Utanç ve korku denen
kayalar arasında ezilen insanlar... Sevmeyecekse bütün gücüyle
nefret eden
Kenan Hulûsi 1943’te öldüğünde otuz dört yaşındaydı. Geride Osmanoflar gibi ilginç bir roman, üç-dört hikâye kitabı ve hepsinden fazla sayıda kitap projesi bıraktı. İşte Beşer Dakikalık Hikâyeler, bu projelerden birinin gerçekleşmiş hâli olarak elinizde...
Bu hikâyeler, yazarının bilindik anlayışından olduğu kadar, devrinin genel hikâye eğilimlerinden de uzaktadır. Bizde, gelenekli Fransız anlatı tarzının yerine O’Henry tarzı Amerikan hikâyesini yerleştirmeye çalışan belki de ilk örnekler bunlardır. Di
“N’olur biraz kendimle meşgul olabilsem. Aslında fena adam değilim; fakat çok hırpalandım, çok
sarsıldım, çok ihmal edildim, hor görüldüm.” (Günlükler’den)
Bir medeniyetin romancısı diyebileceğimiz Ahmet Hamdi Tanpınar, yüceltilmiş bir aşk etrafında o
medeniyetin tüm unsurlarını bir araya getirir. Cehennem ve Cennet bir aradadır adeta onun
eserlerinde. İblis’in iş başında olduğu alt katta tam bir kaos hüküm sürerken üst katta, her an
yeniden çiçeklenen bir bahar açmaktadır. Alt kat, “Suat”lar (Huzur),
İnşa veya tamir ettiği hemen her yapıya, o yapıyla ilgili kısa veya uzun, dini veya edebi bir üslupla bir kitabe koymak, Selçuklu ve Osmanlı kültürlerinin karakteristik özelliklerindendir. Hakikaten, Osmanlı asırlarında inşa edilmiş küçüklü-büyüklü hemen bütün yapılarda çeşitli ebat ve hacimlerde kitabeler mevcuttur. Yapılan, bir cami ise, ibadetin önem ve anlamını ya da gerekliliğini vurgulayan ayet ve hadisler; eğer bir medrese veya kütüphane ise ilmin, ilim öğrenmenin önemi ve kitabın kutsiyeti hakkında
“Hayran olduğum arkadaşım yalnız sınıftaki çocuklar arasında değil, dünyada bizim yaşımızda düşünebildiğim başkalarıyla karşılaştırınca da bana göre en güçlü çocuktu. Oysa dışarıdan bakılınca herhangi bir özelliğiyle dikkat çekmezdi. Bizim sınıftakilerin yanında bile kısaca boylu, toparlacık bir oğlandı.”
Fazıl İskender’in Abhazya’yı insanlarıyla, manzaralarıyla ve tüm atmosferiyle mitolojik bir anlatıya dönüştürdüğü hikayeler dünyasından ilk kitap olarak Çegemli Sandro Dayı’yı yayınlamıştık. Kafkasları
Aynı gün içinde ikinci kez duyduğu bu şarkı Alper’e iki mutlak inanç yerleştirdi: Bir şarkı belirli bir bağlam içinde dinlenildiğinde evvelce yaratmadığı etkileri yaratıyor hatta o ânı, anıyı adeta mumyalıyordu. Ve bir insanın kalbinden maziyi silip o küçük boşluğa yeni bir şey yazabilmeyi, ancak adına aşk denilen o mucizevi emek gerçekleştirebiliyordu.
Alper ve Sedef üniversitede okuyan, ayrı dünyalara ait iki gençtir. Bu iki ayrı dünyanın kesişiminden renkli bir birliktelik do
Kayseri Ağırnas köyünden devşirilen küçük çocukların arasında yetenekli ve hırslı bir delikanlı...
Yavuz Sultan Selim Han döneminde, Çaldıran’da başlayan mücadele ve ulu hakanla birlikte girdiği savaşlar, gezdiği uzak ve mistik diyarlar...
Sonra Kanuni Sultan Süleyman Han dönemi. Şaşaalı seneler. Şehzade ve Süleymaniye camileri; mesleğinde elde ettiği başarılar...
Fitne tohumları, dedikodular, kıskançlıklar. İçeriden ve dışarıdan Sinan’ı ortadan kaldırmak isteyenler...
Dostu Sinan’ı korumak ve k
Peyami Safa'nın şaheserlerinden Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Türk edebiyatında “insan ruhunun derinliklerinde ve labirentlerinde dolaşan ilk roman” olması ve hasta bir insanı ve onun psikolojisini ele alması bakımından önemli bir yere sahiptir. Birçok araştırmacı ve yazar tarafından Türk edebiyatında bir ilk kabul edilen Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Tanpınar dediği gibi, “acının ve ıstırabın yegâne kitabı” olarak hem kemiyet hem de keyfiyet bakımından başka hiçbir eser olmasa da Türk romanının var olduğuna del
Kimi bağbozumları alışılmışın dışında gelişir. Bu hasatları özgün kılan, bağa yerleşen küçücük bir mantarın varlığıdır. Bu mantarın yarattığı küf “asil küf” olarak bilinir. Üzümün kabuğuna saldırıp küçük delikler açan ve üzerinde grimsi bir tabaka oluşturan bu küf, şartlara göre ya hasadı yok ederek topyekûn bir felakete dönüşecek ya da üzümlere Tanrı’nın elinin değdiğini söyletecek denli harikulade işler yapmaya girişecektir… Asil Küf, Göknur Gündoğan’dan bir ilk roman müjdesi. Geçen yıllar, yıllanmış arka
Bilmediğimiz bir zaman, bilmediğimiz bir mekân ve bize benzeyen insanlar… Tek Devlet; insan hayatının, özgürlüğün, mahremiyetin, duygu ve düşüncelerin yalnızca bir numaraya indirgendiği “eşitler” toplumu. İçinde her şey aynı; giysiler, evler, düşünceler… Burada hayal gücü hastalık, aşk ilkel, örgütlenmek suç… Distopya türünün başlangıç noktası sayılan Biz insanlığın olası geleceğinin küresel sorunlarını gündeme getirirken, bir refah devleti inşa etme mitini çürüten, sadece Rus edebiyatının değil, yirminci y
Filibeli Ahmed Hilmi genç denecek bir yaşta vefat etmiş ancak buna rağmen çok verimli bir matbuat ve yazı hayatı geçirmiştir. Yazı hayatında tiyatro/oyun yazarlığı nispeten bir miktar arka planda kalmış olsa da tenkidî ve içtimaî konularda yazdığı piyesler vasıtasıyla bu konuda da eserler kaleme almıştır. O, hem tiyatro eserleri hem de diğer eserleriyle ve kitaplaşmamış yazılarıyla vefatının üzerinden 100 yılı aşkın bir zaman geçmesine rağmen düşünce tarihimiz bakımından hâlâ bir mihenk taşı olma vasfını ko
"Türk Şairleri, 1936’da ayda iki defa birer formalık fasiküller halinde yayımlanmaya başlanmış, 1945 yılına kadar ilk üç ciltle IV. cildin iki formasını içine alan doksan sekiz fasikül çıkmıştır. “Âbâdî” (saz şairi) maddesiyle başlayıp “Fâizî (Kafzâde)” maddesine kadar gelen ansiklopedi Sadeddin Nüzhet’in 1946’da ölümü üzerine yarım kalmıştır. Yayımı büyük sıkıntılar içinde gerçekleşmiş, müellif hastalığının iyice ilerlediği son yıl içinde matbaa işlerini yeterince takip edememiş, hatta sahipsiz kalan eseri
Bizim millet unutmaya meraklıdır. Dünya ikiye yarılsa üç gün sonra dünyada olduğunu hatırlamaz.
Mahir Ünsal Eriş’in 2017 tarihli romanı, ülkenin çok partili döneme geçiş yıllarında Fahrettin Bey ve ailesinin, bir tanıdıklarının yardımıyla Niğde’den İstanbul’a göçünü konu alıyor. Uzun ve hayli meşakkatli bir yolculuğun ardından ailesini Arnavutköy’de bir köşke yerleştiren Fahrettin Bey, akabinde bir yandan ailesini kollarken bir yandan da tayin olduğu memuriyetteki görevine alışmaya çalışır. İlk defa büy
Bu eserimde sadece hayat olacaktı. Memleketin hakiki hayatından bir tablo ki onda gözleri oyalayacak, hayali okşayacak süslerden hiçbir iz bulunmasın.
1901’de Servet-i Fünûn dergisinde tefrikasına başlanan, ancak sansür memurlarınca sağından solundan makaslanarak paramparça edilen Kırık Hayatlar, adıyla aynı kaderi paylaşmaktan yirmi yıl sonra kurtularak yeniden kaleme alınmıştır. Halit Ziya, olgunluk dönemi eseri olarak nitelediği romanında bireyden topluma ve hemen her sınıfta yaşanan trajediye ayna tuta
Bu eserimde sadece hayat olacaktı. Memleketin hakiki hayatından bir tablo ki onda gözleri oyalayacak, hayali okşayacak süslerden hiçbir iz bulunmasın.
1901’de Servet-i Fünûn dergisinde tefrikasına başlanan, ancak sansür memurlarınca sağından solundan makaslanarak paramparça edilen Kırık Hayatlar, adıyla aynı kaderi paylaşmaktan yirmi yıl sonra kurtularak yeniden kaleme alınmıştır. Halit Ziya, olgunluk dönemi eseri olarak nitelediği romanında bireyden topluma ve hemen her sınıfta yaşanan trajediye ayna tuta
Toplam 1000 kayıt bulunmuştur
Gösterilen 80-100 /
Aktif Sayfa : 5
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için, amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz.