Ben beş erkek kardeşin ortancasıyım. Onların içerisinde tek okuyan benim. Hafızlığı bitirdikten sonra biraz daha Arapça okumak, Kur’an eğitimimi ilerletmek isteyince babama, “Ben okuyacağım!” dedim. O cevaben, “Seni okutacağım!” dedi. 1945 yılında köy halkının topladığı parayla İstanbul’a gittim. Kamyonla çıktık. Manifaturacı Hasan Efendi ile birlikte gönderdiler. İstanbul’da Kiğılılardan Hacı Fahri Kiğılı’nın iaşesini sağladığı Kur’an Kursu’nda kaldık. Bir ömrü, Kur’ân okumak, hıfz etmek; onu öğret
Hiç düşündünüz mü? Anne ve babanızdan ikisi veya biri olmasaydı ya da içlerinden biri, bir başkasıyla evlenmiş olsaydı dünyaya gelmeyecektiniz. Buna göre sizin varlığınız, anne ve baba olarak iki kişiye bağlı. Ama annenizin de bir annesi ve bir babası olduğu gibi, babanızın da bir anne ve bir babaya sahip olduğu gerçeği karşısında, sizin doğumunuzda rolü olan kişilerin sayısı şimdi dörde yükselmiş oldu. Yani iki büyükbaba ile iki büyük annenin, annenizle babanızın doğumlarında söz sahibi olduğu ortaya çıkmı
Epeyce yol kat ettikten sonra bir anda durdu. Dikkatlice etrafındaki her şeyi gözden geçirdi. Derin bir soluk aldı ve kararını verdi. “Denemeden kendime kızmaya hakkım yok!” diyerek gözünü iyice kararttı ve arkadaşlarına fark ettirmeden usulca onlardan ayrıldı. Rotasının dışındaki bu yoldan ilerlerken kendi başına bir şey yapmanın heyecanının yanında içindeki korkuyu da hafifçe hissetti. Bilmediği yollarda, nereye gittiğini düşünmeden yürüdü bir süre. Bu arada güneş, ışıklarını ve sıcaklığını yavaş yavaş bü
Dünyayı alt üst ederek yükselir annem. Şakırdayan kolyeleri ve kınalı elleriyle geldiği her gece, o köşeden, bir duman gibi yükselir. Odama sığmayıp açık pencereden usulca dışarı sızar, geceye dağılır ve yıldızlardan bana ulaşır yumuşak sesi. Parmaklarımla tutmaya çalışırım etek uçlarını, çocukken çekiştirdiğim. Her seferinde ince uzun ellerim havada kalır. Benim annem, parmaklarımın arasından geçip giden bir boşluk. Sıradan gibi görünen hâllerimize metafizik bir boyuttan bakan, duyarlıklı bir yaklaşımla ka
Yüzebileyim diye beni denize attı
Tanrı
Yanımda durur uzakta
Hayal meyal gemi
Gitmek varmak için hayvanların kaçışına
Yeryüzünün yükseğinde, öylece
Keskin metruk ruhum için
Buğulu bir son perde
Arzum işlenmiş bir öfkedir
Adına sayıklama denince
Mümkün ya da değil, her şey söylenebilir
Sen yürürken pek çok şeyden vazgeçerdik. Kahvaltıdan, çiçeklerden ve kitaplardan vazgeçerdik. 70’lere doğru akardı tüm müzikler. Çam ormanlarına soğuk yağmurlar yağardı, balkonlar üşürdü. Yürümekten vazgeçerdik. Sen yürürken ay ışığı her yerde bulurdu bizi. Sen yürürken dudaklarımız kilitlenirdi. Bir müddet susardı otomobiller. Kırmızıları parlardı trafik ışıklarının. Sokaklardan vazgeçerdik, şehirlerden vazgeçerdik, yaşamaktan vazgeçerdik. Sen yürürken kaldırımdan sayfalara sıçrardı adımların, sayfalarıma.
Aslen Manisalı, ikameten Üsküdarlı olan Seyyid Hasan Rıza Efendi hâfız, imam, müderris, hattat, şair, hânende olarak çok yönlü bir şahsiyettir. “Said Paşa İmamı” ünvanıyla XIX. asrın en meşhur mevlidhanı, yakaladığı şöhrete rağmen yaklaşık seksen yıllık ömrünü mütevazı bir derviş olarak geçirmiştir. Rufaiyye-Marifiyye müntesibi olan Hasan Rıza Efendi, Üsküdar Sandıkçı Dergâhı’nın müdavimiydi. Seyyid Hasan Rıza Efendi muhteşem sesiyle Mehmed Âkif Ersoy’u da etkilemiş ve Safahat’teki Said Paşa İmamı şiirinin
Türkiye’nin önemli şair, yazar, düşünürleri, öğrenim hayatlarının bir bölümünü Kahramanmaraş’ta, aynı okulda geçirmiş; burada kurulan dostluklar yazı hayatlarını etkilemiş, ömürleri boyunca hem fikrî hem edebî hem de fiziki olarak yan yana durmalarına vesile olmuştur. Özellikle Erdem Bayazıt’ın hayatını merkeze alarak Yedi Güzel Adam’ın pek çok yönünü ele almaktadır bu çalışma. Erdem Bayazıt’ın yakın arkadaşları olan Cahit Zarifoğlu, Rasim ve Alâeddin Özdenören, Mehmet Akif İnan gibi isimlerle olan dostlukl
O gün Missisippi Nehri’nde yüzen kuğular gibi Broadway’de şölen havasında akıp giden gala
kıyafetli insanları, o ışıltılı yüzleri, parlak ipekli kumaştan kıyafetler giymiş kişileri hatırladım;
onları solgun yüzlü kâtibimle kıyasladım ve kendi kendime, ah, dedim, mutluluk ışıkla oynaştığı
için biz de dünyanın neşeli bir yer olduğunu zannediyoruz; oysa sefalet uzaklarda, kuytu
köşelerde saklanıyor, biz de hiçbir yerde sefalet yok sanıyoruz. Hiç şüphesiz hasta ve sersem
bir aklın vehimlerinden başka bir ş
İftar vakti salardı beni mahalleye, hadi uyandır milleti diye. Sobada ekmek olurdu, yetişkin
sabrıyla hep onun kazandığı, benimse hep küplere binip sonunda ağladığım “Pişti, pişmedi”
oyunu oynardık. Dünya da bir oyun yeri değil mi? Oyalanıyor bir süre, er geç göçüyor gelen.
Genç yaşta, kemik erimesinden öldü Zarife yengem. Hepimizin gözü önünde kar gibi eridi gitti
günden güne. Sonu bahara değil, kışa çıkan bir erimeydi bu. Amcam için eridi yengem, benim
için eridi; ama en çok üç, beş ve altı yaşlarınd
Kalbimde aylardır duymadığım bir hafiflik duydum. Hep günahlarının bağışlanmasını dilemiştim.
İçimdeki ferahlıktan anladım, günahı bağışlanan bendim. Avluya dolan sabah rüzgârının tadı
başkaydı. Uyandığımda öfkem, karyolamdan seyrettiğim dağların zirvesinde kalmıştı. Evden
çıkıp yarım dünya şeklindeki gökkuşağının altından geçtim. Önceki sefer yarısından döndüğüm
yol, bu kez bana uzun geldi. Üzerinde adının yazılı olduğu sade bir taşın kenarında bir saat, iki
saat, üç saat kaldım. Şimdi hayattayken ara
Hepsi (Bütün gün Bourton’u, Peter’i, Sally’yi düşünmüştü.) yaşlanacaktı. Oysa önemli bir şey
vardı, Clarissa’nın hayatında gevezeliğe boğulan, çirkinleşen, karanlığa gömülen, gün geçtikçe
soysuzlaşan, yalan dolana karışan bir şey. İşte o genç adam bu önemli şeyi korumuştu. Ölüm
bir meydan okuyuştu. Ölüm iletişim kurma çabasıydı, insanlar gizemli bir şekilde ellerinden
kaçan öze ulaşamayacaklarını hissediyorlardı, yakınlık uzağa çekilmişti; daha az kendinden
geçiyordu insan, daha çok yalnız kalıyordu. Ö
Büyüyünce hangi özelliğinizin sizi terk etmemesini isterdiniz? Sevimlilik, neşeli olmak, haylazlık… Oyunlar bizi terk etmiyor. Kar yine çocukluğumuzdaki gibi yağıyor, salıncaklar hâlâ eğlenceli. Çocukluğunun izleri ve oyunları peşini bırakmamış bir yetişkinin neşeli hikâyesi Küçük Gölge’de.
“Sabah kalkıp yüzümü yıkamak için banyoya girdiğimde leğendeki çamaşırlar bana baktılar. Ben de onlara baktım. Görmezden geldik birbirimizi. Çıktım yanlarından. Balkona geçtim. Gömlek kurumuştu. Ütüledim bir güzel, üstüme geçirdikten sonra baktım aynaya olmuş. Oturdum, küçük bir kahvaltı. Hazırlanıp çıktım. Sokaklar elaydı. Ağaçlar dün yağan yağmurla şehre yapraklarının rengini dökmüş, yağmur suyu biraz açmış rengini yeşilin. Sırılsıklam bir ziya içinde yüzüyoruz, sabahın insanları, işe gidenler, bir şeyler
Ona dair ne varsa not etmeye karar verdim. Her gün kendimi zorlayarak yeni bir şey hatırlayacaktım. Zaten bütün bu yazdıklarım unutkanlıklarımın içinden el yordamıyla kurtardığım parçalar. Tozlarını silerek çıkarıyorum gün yüzüne. Gözümü açtığım her gün Aleksey’e dair yeni bir kırıntıyı ararken buluyorum kendimi. Çocukluk hikâyelerini anlattığı ses kayıtlarını dinlerken yayladaki evimiz geliyor gözümün önüne. Öyküler kahramanlarını yaşatmak için yazılıyor olabilir; ancak bazen öyküdeki kahramanlar da kendil
Adil ve şerefli biri olabilmek için gösterdiğim onca özveriye rağmen niçin buradaydım? Yoksa daha hayatın ilk adımlarında esir alınmış bir ömür müydü yaşadığımız veya kader diye tarif edilen şeyin gerçekliği mi! Fakat ben kadere inanmam. Akıl ilişkileri ve kendi tercihlerimden ibaret bir hayatı yaşadığıma inanıyorum. İhtimallerden ibaret, seçilmiş hayatları yaşıyorsak... O hâlde içinde bulunduğum olasılığı da değiştirme gücüne sahiptim. Kader dedikleri buysa, başka bir kadere kaçma olasılığını da içinde bar
Bilimin akılcı ve katı gerçekliğine karşı 19 yüzyılın sonlarından itibaren Bergson, sezgiyi öne sürdü ve bu konu üzerinde çalıştı. Akılla maddi varlıkların kavramlaştırılabileceğini, buna mukabil sezgiyle varlıkların özünün kavranabileceğini belirtti. Yaşadığı dönemin yükselen anlayışı olan Materyalizm ve Pozitivizme karşılık sezgiyi öne sürerek kavramlaştırmış ve Sezgicilik’in (Entüisyonizm) kurucusu olmuştur. 1901’le 1913 yılları arasında çeşitli konferans ve makalelerle insanın eylemlerine, zihinsel çaba
Varlığın sağlamasını yoklayarak yapanlardanız, ayıktınız
Yokla beni yani var mıyım ben, öyleysem kellem kalındır kesin
Tebeşirle eşele, gözlerini yum, sonra şiirden çıkan sese bak
Sanki spikerin iyi bir gole ohoho diye sevinmesi
Toplam 547 kayıt bulunmuştur
Gösterilen 80-100 /
Aktif Sayfa : 5
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için, amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz.