16. yüzyıldaki ekonomik kriz sebebiyle İspanya'nın her köşesinde açlık ve sefalet kol gezmekteydi, bu durumun bir ahlaki çöküntüyü de beraberinde getirmesi kaçınılmazdı. İspanyol toplumundaki bu maddi ve manevi çöküntünün ortasında, 1554 yılında, sonradan pikaresk roman adı verilecek olan yeni bir anlatı türünün ilk örneği olan Tormesli Lazarillo ortaya çıktı. Din adamlarının ahlaksızlıklarına bolca yer veren bu eser, engizisyonun hışmına uğramamak için imzasız olarak basıldı.
Sefiller, dilenciler, dolandı
Eğer bu kitabı kısaca tanımlayacak olsam, tat anıları ile anıların tatlarının iç içe geçtiği bir hikâyedir derdim. Hikâyenin kahramanı ailem, omurgası da üç nesil boyunca mutfağımızda pişen yemeklerdir.
Marianna Yerasimos, kültürel belleğin ve aidiyetinin belirgin dışavurumu olan mutfak kültüründen hareketle, bize İstanbullu Rum bir ailenin hayatından lezzetli kesitler sunuyor.
Pırasalı patates çorbası, çiroz köftesi, gümüşbalığı omleti, midye salması, tavuk milanez ve galatobureko gibi pek çok leziz tari
Yazıya dökülmemiş her düşünce neticede bütünüyle değersizmiş, çünkü harekete geçirirse bir tek sahibini harekete geçirir ve tarih yaratamazmış, kendisi ise doğal olarak tarih yaratma hırsına sahipmiş, ki söylediğine bakılırsa önemli, çığır açan bir metin yazmanın birinci koşulu da daima buymuş.
Bağımsız bir bilim insanı olan Koller, on altı yıl önce Viyana'da Türkenschanz Parkı'nda bir köpeğin ısırması sonucu sol bacağını kaybetmiş ve o günden itibaren Fizyonomi adlı bilimsel çalışmasına odaklanmıştır. Fiz
Eskiden Bâbıâli Caddesi dediğimiz şimdi Ankara Caddesi, her yerde, her şeyde olduğu gibi gün geçtikçe değişiyor. Bir sistem, metot dahilinde neşriyatı beceremeyen kitapçılar bile tozlu, köhne camekânlarını temizlemeye, şeklen olsun asrileşmeye özeniyorlar. Fakat asıl değişiklik bunda değildir. Ankara Caddesi birçok eski hususiyetlerini kaybetti, ediyor ve edecek de.
Mahmut Yesari bu defa yıllarını geçirdiği Bâbıâli'yi, yayıncılık âlemini anlatıyor bizlere. Telif hakkı uğruna çekilen çileler, gazetelerin yaz
Safiyyüddin Efendi, Seferberlik ilanıyla gönüllü askere kaydolan ve vatan müdafaasına koşan binlerce vatanperver gençten birisi olarak, 31 Temmuz 1914 tarihinden 4 Kasım 1917 tarihine kadar yaşayıp gördüklerini, günü gününe tuttuğu notlarından istifade etmek suretiyle 1918 yılı Şubat ayında hatırat olarak kaleme almıştır.
Bu hatıratta süvari yedek subay adayı olarak başlayıp teğmenliğe terfi ettiği askerlik hayatının Çanakkale ve Kafkas cepheleri anlatılmaktadır.
Harbe ilk dahil olduğu Çanakkale cephesind
Her yazar, kitaplarına kendini de saklar. Ama gün gelir satır aralarında anlatmaktan vazgeçer kendisini. Artık yaş kemale ermiştir. Yaşadıkları, yaşayamadıkları, düşleri, gerçekleri... Hesaplaşma zamanıdır. Paul Auster'ın kendi hikâyesine dönerek yazdığı Kış Günlüğü, sıradan bir yaşamöyküsü değildir, usta bir kalemden çıkmış roman gibi bir yaşamdır.
Yazar bu kitabı neden yazdığını kendi cümleleriyle şöyle açıklar:
Ne de olsa zaman azalıyor. Belki de şimdilik hikâyelerini bir yana bırakıp hayatının anımsadığ
Türkçede ilk kez 1984 yılında yayımlanışının 35. yılı dolayısıyla, sert kapaklı özel bir baskıyla okurlarına ulaşan Yaşamın Ucuna Yolculuk, Tezer Özlü'nün günlük biçiminde yazdığı bir anlatı. Türkçesinden önce Auf den Spuren eines Selbstmords (Bir İntiharın İzinde) adıyla 1982'de Berlin'de Almanca yayımlanan bu modern klasik 1983'te de Marburg Kenti Yazın Ödülü'nü almıştı.
Dünya acılı olduğu için yazdığını söyleyen Tezer Özlü'nün bu müthiş kitabı otuz beş yıldır okurunu sarsıyor.
Osman Cemal, İstanbul'un her köşesini bilirdi. Her sınıf halkı tanırdı. Bazı insanlar maziye saplanıp kalırlar. Osman Cemal eskileri tanıdığı kadar yenileri de tanımak için gözünü ve kulaklarını açardı.
- Mahmut Yesari
İstanbul yazarı denince akla gelen ilk isimlerden biri olan Osman Cemal Kaygılı'nın çoğu Yenigün gazetesinde yayımlanan şehir yazıları bu kitapta bir araya geliyor. İstanbul'un meşhur semtleri de var bu yazılarda, sadece ismi bilinen, gazete haberlerinde geçmeyen semtler de - hatta daha çok
Sami Karaören öncelikle Cumhuriyet gazetesi okurlarının iyi tanıdığı, anımsayacağı bir ad. Otuz iki yıl Cumhuriyet'in Yazı İşleri Müdürü olarak çalışmış, Türk Dil Kurumu'nun en üretken döneminde on altı yıl yönetimde bulunmuş bir Cumhuriyet aydını. Sami Bey yaşadığı döneme içindeyken uzaktan ve nesnel bir gözle bakabilmeyi başarmış, karşılaştığı kişileri yıllar sonra değil, o sırada değerlendirebilmiş ve bu niteliğinin kendisi de ayrımında olarak yaşamış bir yazar. -Kimler yok ki bu kişiler arasında: Orhan
Sessizlik lütfen, kulak veriniz.
Bırakalım, yıllar önce, herkesin yaşamının temel konusu olagelmiş sofralardaki ya da başka yerlerdeki yiyeceklere ve onların paylaşımına dair eğlenceli, etkileyici, eğitici ya da sadece tuhaflıklarıyla öne çıkan öykülerin (...) sözcükleri bizi sarıp sarmalasın.
Dante, Napoli kralının konuğu olarak katıldığı şölende neden yemekleri üstüne başına sürmüştü? Ortaçağ'da çatal kaşık olmasına rağmen insanlar neden elle yemeyi tercih ediyordu? Kıtlık dönemlerinde mutfak nasıl bir
Geçen zamana kalemiyle meydan okuyan usta denemeci Uğur Kökden'den 1900'lerin ilk çeyreğinden 2000'lerin ilk çeyreğine uzanan yıllara dair bir zaman tanıklığı: Yüzyıl başına tarihlenen puslu Anadolu fotoğraflarından 1930'ların İstanbulu'na, parasız yatılı avlularından Paris kahvelerine, adliye koridorlarından tren kompartımanlarına, cezaevlerinden dergi bürolarına, Bağdat'tan Mekke'ye, Lozan'dan Afrika'ya taşınan bu incelikli özgeçmiş dün ve bügün arasında sağlam köprüler kurarken, farklı coğrafyalarda haya
Guillaume Apollinaire, 1917 baharında, her çarşamba akşam saat altıda, evinin bitişiğindeki Café de Flore'da arkadaşlarıyla buluşurdu. Blaise Cendrars düzenli gelenler arasındaydı. Max Jacob'u, Raoul Dufy'yi, Carco'yu, André Breton'u ve adlarını anmak istemediğim birkaç silik kişiliği hatırlıyorum. Café de Flore o dönemde bugünkü kadar popüler bir yer değildi. Orada rahat nefes alabiliyor, bağırmak zorunda kalmadan birbirimizle konuşabiliyorduk. Bir taşra kahvesi gibiydi. Remy de Gourmont da gazete okumaya
BİR BELGESEL & İKİ KİTAP
Bu kitapla DVD filmi verilen "NUH'UN GEMİSİ" Belgeseli, 2017 yılı ‘9.Uluslararası TRT Belgesel Ödülleri' yarışmasında finale kalarak adını duyurmuş, ilginç hikayesiyle o yıl yazılı ve görsel basında uzun süre gündemi meşgul eden haber olmuştu. ‘TRT Belgesel Günleri' kapsamında ilk iki gösterimi İstanbul'da üçüncü özel gösterimi de Doğubayazıt İshak Paşa Sarayı'nda yapılan Nuh'un Gemisi Belgeselini aynı yıl NTV Televizyonu tek gösterim hakkıyla yayınlamıştı.
22 yılda tamamlanan
Portekizlilerin 1400'lü yılların sonunda Batı Afrika sahillerine gelmesiyle başlayan kitlesel kölelik Afrika kıtasının makûs talihini de şekillendirmiştir. Avrupa-Afrika-Amerika durakları arasında yüzyıllar boyu devam eden Atlantik ve Sahra kökenli köle ticareti, bir taraftan Batı hegemonyasının üzerinde yükseldiği sermaye birikimini sağlarken diğer taraftan çeşitli araçsallıklarla kendisini sürekli güncelleyen bir sömürü düzeninin kurulmasını sağladı. Milyonlarca Afrikalı köle gemileriyle Amerika kıtasına
Türkiye Devrimci Hareketi tarihi baskının ve zorun olduğu kadar direnişin,
dayanışmanın ve mücadelenin de tarihidir. Bu tarihin yapıcıları özellikle '80 öncesi
dönemde başta büyük kentler olmak üzere ülkenin dört bir yanından her kesimden
insanı devrim ve sosyalizm fikriyle harekete geçirebilmiş, başka bir dünyanın mümkün
olduğuna inandırmıştı. 12 Eylül yenilgisiyle birlikte ise coşku yerini bezginliğe,
kararlılıksa pişmanlığa bırakarak, bu güçlü inanç acı
Muallim Naci, nam-ı diğer Ömer, sekiz yaşına kadarki çocukluk hatıralarını pek sevimlice, neredeyse o yaşından anlatıyor. Babası, abisi, annesi, kedisi Fındık, Hoca Efendi, mahalledeki komşular... Bir çocuğun çevresindeki herkes var bu anlatıda. Sokakta karşılaştığı köpeğin saldırması üzerine yaşadığı korku, eve alınan oğlakla bahçede geçirdiği keyifli vakitler, oynarken düşüp yaralanması, babasıyla ders çalıştığı saatler, mektepte falakaya yatıran Hoca Efendi'den ve karanlıktan korkusu, bilmediği bir yerde
Osmanlı'dan, Cumhuriyet'e bir insan, bir toplum ve bir mücadele...
Yokluklardan çıkarılan muhteşem bir eğitim harikası...
Değerlerimizle değerlenen Örnek hoca...
Hakiki Müslüman...
İyi insan ve güzel öğrencileri...
İbretler, dersler, öğütler...
Bir yakın tarih belgeseli...
Ve onun tahtı işte o gün üzerinde oturduğu yaldızlı, pek mükellef, pek muhteşem, fakat kumaşı soluk ve yer yer yırtık, şurası burası aşınmış, yıpranmış koltuktan ibaretti.
İdam kararları, sehpalar, asılanlar, velhasıl bütün tedhiş siyaseti, belki bu da pek âlâ idi, fakat bunlarla her iş tesviye edilmiş olacak, bütün fırtına yatışacak mıydı?.. Sema berrak görünüyordu, fakat tâ ufukta endişe veren bulut kümeleri vardı; ve ara sıra, kısa fasılalarla çakan şimşekler, bunları yırtarak bir aydınlık içinde kara i
Ve gece yazdığın mektup orada işte, nasıl okunabileceğini aklım almıyor, bir göğüs havayı solumak için böyle nasıl daralıp genişliyor, aklım almıyor, senden nasıl uzak kalınır, aklım almıyor.
Milena Jajenská'nın, Franz Kafka'nın öykülerini Çek diline çevirmesiyle başlayan ilişkileri; Kafka'nın ölümünden kısa süre öncesine kadar devam eden mektuplarla büyüyen bir aşka dönüşür. İkilinin yaşamlarına, düşlerine, kalplerine kapı aralayan bu mektuplar, dönemin edebiyat dünyasına da ışık tutuyor.
Franz Kafka'nın
'Hülasa: Kuyucaklı Yusuf yüzümüzü ağartacak bir sanat eseridir. Zararlı bir tarafını göremedim. Mevzuubahis tenkitler bugün el üstünde tutulan bazı Avrupa şaheserlerinde gördüğümüz -aynı mevzulara ait- tenkitler yanında son derece masum ve küçük kalır. Yalnız bir şahsın ve bir romanın değil, memleketimizde ilerlemesi lazım bir büyük ve faydalı sanatın da davasını gören Cumhuriyet adliyesinden zaten zayıf olan Türk romanının cesaretini kıracak bir karar çıkmayacağını kuvvetle ümit ederim.
Maarif Vekaleti M
Toplam 540 kayıt bulunmuştur
Gösterilen 240-260 /
Aktif Sayfa : 13
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için, amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz.