Uslu, hanım hanımcık olmayı da becerip aynı zamanda bağışlanması güç bir serüvene atılıveren; onca uğraşıp düzene uydurduğu yaşamı dağıtmak, un ufak etmek için elinden geleni yapan; o kadar ağırbaşlı görünüp de kolayca ayartılan bu kadın kimdi?
Suna, bir yanda ağırbaşlı ve uysal benliği Su’yla öte yanda cesur ve asi benliği Na arasında kalmış bir kadın. Kendi içindeki bu çatışmadan kurtulmak isterken bir süre sonra kocasının en yakın arkadaşına âşık olduğunu fark eder. Tutkuyla bağlı olduğu Onur ve derin
Romancı olmaya özenmediğim için kendi adımı kullanmadım. Romancı olmaya özenseydim, hiç çekinmez, imzamı atar, böylece de bu alanda geçireceğim acemilik döneminin bana yüklediği sorumluluktan yararlanırdım. Oysa, ben, o romanlarımın hemen hepsini seviyorum. Kendi adımla bir roman yazsaydım, onlardan daha iyi olmazdı sanırım.
Melih Cevdet Anday’ın gazete sayfalarında unutulmuş, bugüne dek kitaplaşmamış, literatürde yerini alamamış beş romanı; Bir Gönülde İki Sevda, Bir Kızın Aşkları, Bir Yaz Tatili, Aşk Oku
“Geçmişle gelecek arasında zamansızlaşıyorduk.”
“Anne ve babası öldüğünde, masalları tükenen küçücük bir kız çocuğu vardı. Bergamot ağaçlarının altında, ailesiyle son mutlu oldukları an’da zamanı durdu farz etmişti küçük kız.
Eksilerek büyümüş, bir kokunun peşine düşmüş, karşılıksız bir aşka yenilmiş, tek başına ayakta kalmak zorunda olduğunun farkına vararak yaşamış ve bir gün eğer düşerse, babasının ona anlattığı masallardaki kahramanın gelip kendisini bulacağına ve düştüğü o yerden onu kaldıracağına in
“Geçmişle gelecek arasında zamansızlaşıyorduk.”
“Anne ve babası öldüğünde, masalları tükenen küçücük bir kız çocuğu vardı. Bergamot ağaçlarının altında, ailesiyle son mutlu oldukları an’da zamanı durdu farz etmişti küçük kız.
Eksilerek büyümüş, bir kokunun peşine düşmüş, karşılıksız bir aşka yenilmiş, tek başına ayakta kalmak zorunda olduğunun farkına vararak yaşamış ve bir gün eğer düşerse, babasının ona anlattığı masallardaki kahramanın gelip kendisini bulacağına ve düştüğü o yerden onu kaldıracağına in
Moskova, yeni bir yüzyılın, 1900’ün ilk günleri… Moskova’daki bir
intihar kulübünün namı bir histerinin yayılmasına sebep olur.
Ölümle müjdelenen bir üyenin ardından grubun sayısı azalırken,
gizemli bir yeni üye çıkagelir: Erast Fandorin. İntiharları
araştırmaya başlarken, aynı zamanda üyeleri ölümün güzel ya da
şiirsel olmadığına ve peşinden gidilmemesi gerektiğine ikna
etmeye çalışır. Dâhi dedektif, Colombina’nın ölümden gelen
işaretleri aldığında harekete geçmesini engelleyebilecek mi?
Ölümün Gözdesi, ka
Mikhail
İtalyan ve Rus mafyaları savaşta.
Ortalık toz duman.
İki taraf da acımasız, insafsız ve affetmez.
Ama sonra, dünyalarımızı birleştirmek için bir karar verildi.
İki taraf arasında bir evlilik.
İtalyan mafyasının en güzel kızı,
Ve Bratva’nın en korkulan canavarı.
Onu o kadar uzun zamandır uzaktan seviyordum ki.
Sonunda benim oldu.
Ama gerçekte kim olduğumu anlayınca
Benden kaçacak mı?
Bianca
Kardeşim için her şeyi yaparım.
Onun güvende olması için
Bratva’dan biriyle evlenmek dahil.
Saldırgan, taş kalp
Yarım Hayat’ta pek ilginç bir karakterin, alt-kastlara mensup bir anne ve yaşamla kavgalı bir babanın çocuğu olarak dünyaya gelen Willie Chandran’ın hikâyesini okuruz. Saflığa kapılan ve bir arayışa giren Willie, hem dünyaya raptedilmek hem de dünyadan fırlatılmak istemektedir. Söz konusu arayış ve yolculuk, yarım hayatların yazarı Naipaul’un elinde bambaşka bir şeye dönüşüyor.
“Bir başyapıt.”
–Los Angeles Times Book Review
“[Naipaul’un] her yazdığı gibi bu kitap da uykularımızı kaçırıyor…”
–Micha
Jack Alcock ve Arthur Brown 1919’da, İrlanda’dan yola çıkıp Atlas Okyanusunu geçmek isterler. Frederick Douglass 1845’te, kitabının tanıtımı için İrlanda’ya ayak basar ve siyahi bir köle için bile şaşkınlık verici şartlara tanıklık eder. George Mitchell 1998’de, barış konuşması için Belfast’a gider… Tüm bu karakterler dikkate değer kadınlar aracılığıyla buluşuyor. Lily Duggan, kızı Emily, torunu Lottie ve Hannah Carson,
tüm umutların bağlandığı kadın. Yazar bu karakterler aracığıyla kelebek etkisini ve nası
Bu yolda bir Osmanlı subayı için İstanbul, Edirne ya da Arabistan çölleri fark etmemeli, vazife neredeyse el’an orada bulunmalıdır, öyle değil mi? Cenâb-ı Allah, Peygamber Efendimiz’e hizmeti nasib etti bize. Hicaz’a, Mekke’ye, Medine’ye giden yola, çölün yüzüne demirden, çelikten bir hat çizeceğiz. Ümmet-i Muhammed zahmetsizce su gibi akacak mukaddes beldelere. Devletin eli kolayca erişecek topraklarının her bir parçasına, uzak köşeler payitahta yaklaşacak. Bundan ulvî bir vazife olur mu? İnsan bunun için
Ben âşığın ömrünü ikiye ayırıyorum kırkından öncesi kırkından sonrası. Kırkından öncesini kâle almayanlar bilsin ki köksüz fide olmaz. Say ki toprağa bir tohum atıldı, filizlenip topraktan başını çıkarmadığı sürece onu yok sayar, toprağını çiğner geçerler, boy verecek palazlanacak ki onu bir şeye tutsunlar. Veysel’in tohumdan farkı ne, yok bence. Tohum toprağını sevmezse toprak tohuma sarılmaz, kökü cılız fideden bir halt çıkmaz, sel, yağmur, rüzgâr savurur atar. Âşık öyle toprak meraklısı ki sök sökebilirs
Moskova, yeni bir yüzyılın, 1900’ün ilk günleri… Yoksul ve yetim Senka, Hitrovka’nın karanlık dünyasına katılmak zorunda kalır. Bir gün, ünlü suç çetesi elebaşı Knyaz’ın sevgilisi Ölüm’ü görür; sonsuz bir gençlik ve güzellikle dolu bu kadına yakın olabilmek için çeteye katıldığında hayatı alabildiğine karmaşık bir hal alır.
Suç dünyasında yerini gittikçe güçlendiren Senka, değerli bir hazineyi ortaya çıkarır ve Ölüm’ün kalbinde kendine yer edinir. Hitrovka’nın yeraltı bodrumlarında her gün yeni bir cinayet
“Seni,” diye sürdürdü konuşmasını, “doğurdum ama hiç doğurmamış saydım. Hiç benim olmamış gibisin. Çünkü sen benim alnımdaki kara bir lekesin!”
Birden tüylerim diken diken oldu.
“Hayır,” diye haykırdım, “hayır… Ben kara bir leke değilim. Ben bir piç değilim. Ben bir lanet değilim. Ben bir şerefsiz değilim. Ben sadece hasarlı biriyim. Ben sadece ruhu yaralı biriyim. Tıpkı senin gibi anne.”
Yüz binlerce insanın katledildiği Bosna Savaşı’nın en büyük mağdurlarıydı onlar. Yaşadıkları işkence ve tecavüzle
Sosyolojinin sosyal tarihi yazılabilir mi? Sosyoloji yapmanın sosyal koşulları nelerdir? Bilimsel bir uğraş olarak sosyoloji, elindeki araç gereci kendi üstünde kullanabilir mi? Sosyolog kendini yüceltmeden, gereğinden fazla önemsemeden kendi hakkında düşündüğü zaman neler görebilir?
Pierre Bourdieu’nün kültür üstüne yürüttüğü sosyoloji çalışmalarının kaçınılmaz temalarından biri her zaman için sosyolojinin kendisine ayna tutmak oldu. Bu kitapta bir araya getirilen dört metinde Bourdieu sosyolojinin bir b
"Çünkü insan yalnızlığı bir kere tattı mı, başka türlü de var olmuş olabileceğine inanması artık imkânsızdır. Yalnızlık mutlak bir keşiftir. İnsan aydınlık bir pencereye içeriden baktığında ışıkları yanan bir odada kendi imgesini görür; göle yukarıdan baktığında da ağaçlar ve gökyüzüyle sarmalanmış kendi imgesini görür. Aldatmaca bariz, bariz olduğu kadar da pohpohlayıcıdır. İnsan karanlıktan aydınlığa baktığında ise, burası ile orası, bu ile şu arasındaki bütün farkı görür. Belki sığınacak yeri olmayan tüm
Oğullar ve Sevgililer, hem Kuzey İngiltere’de bir madenci kasabasında yaşayan Morel ailesinin hem de başkahraman Paul Morel’in romanıdır, en çok da Paul Morel ile annesi Gertrude Morel arasındaki karmaşık ilişkinin romanı.
Mrs. Morel, kaba saba bir adam olan, içkiye düşkün kocasında aradıklarını bulamayınca, tüm umutlarını oğullarına, özellikle de Paul’a bağlar. Buyurgan annenin dayanılmaz sahiplenme duygusu, Paul’un yaşamını baştan sona etkileyecek, yalnızca babasıyla olan ilişkisine değil, âşık olduğu i
Küçük yaşta öksüz kalan Jane Eyre, kendisini hiçbir zaman sevmeyen ancak kocasının vasiyeti üzerine bakımını üstlenen yengesiyle zor bir yaşam sürmektedir. Katı kurallarla yönetilen bir yatılı okula gönderilince, bu kez hayatın başka zorluklarıyla yüzleşmek zorunda kalır. Okulda geçirdiği on yılın ardından öğretmen olarak mezun olur. Edward Rochester’ın malikânesinde mürebbiye olarak iş bulur. Evin gizemli efendisi Rochester’a âşık olur; ancak onu hayal bile edemeyeceği zorluklar ve acılar beklemektedir.
José Mauro de Vasconcelos, 1920’de Rio de Janeiro yakınlarındaki Bangu kasabasında doğdu. Kızılderili ve Portekizli karışımı bir ailenin çocuğuydu. On beş yaşında lise öğrenimini yarıda bıraktı. Çeşitli işlerde çalıştı. Boks antrenörlüğü, tarım işçiliği, balıkçılık yaptı. Kızılderililerin arasında yaşadı. 1942 yılında yazdığı ilk romanı Yaban Muzu’yla eşine az rastlanır bir anlatıcılık yeteneğine sahip olduğunu gösterdi. Ardından Şeker Portakalı, Güneşi Uyandıralım, Delifişek, Kayığım Rosinha, Kardeşim Rüzg
Kitap Tanıtım Yazısı :
Walt Whitman (1819-1892): Amerikan şiir geleneğinin önde gelen, kurucu şairlerinden Walt Whitman sokağın, kalabalıkların ve onları oluşturan bireylerin sözcüsüdür. Amerika’da demokrasi, ulus olma, beden ve cinsellik kavramlarını şiire taşıyan Whitman ilk modernist şairlerdendir. Çimen Yaprakları’nın ilk baskısı 1855 yılında yapıldı, bir önsöz ve 12 başlıksız şiirden ibaretti. Whitman yaşamı boyunca yazdığı şiirleri kitabına ekleyerek defalarca yeni baskılarını hazırladı. Son günleri
Walt Whitman (1819-1892): Amerikan şiir geleneğinin önde gelen, kurucu şairlerinden Walt Whitman sokağın, kalabalıkların ve onları oluşturan bireylerin sözcüsüdür. Amerika’da demokrasi, ulus olma, beden ve cinsellik kavramlarını şiire taşıyan Whitman ilk modernist şairlerdendir. Çimen Yaprakları’nın ilk baskısı 1855 yılında yapıldı, bir önsöz ve 12 başlıksız şiirden ibaretti. Whitman yaşamı boyunca yazdığı şiirleri kitabına ekleyerek defalarca yeni baskılarını hazırladı. Son günlerini yine Çimen Yaprakları’
Toplam 1000 kayıt bulunmuştur
Gösterilen 120-140 /
Aktif Sayfa : 7
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için, amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz.