Bütün sakinlerinin mutlu ve huzurlu yaşadığı Cennet’te, Tanrı ilk insanı yarattı, adına da Âdem dedi. Onu yarattığı toprağa kendi nefesinden üfleyerek can verdi, bu cana hem iyilikten hem şerden, hem riyadan hem sadakatten koydu. Ona güzel olan ne verdiyse, bir o kadar da kötülük ekledi. Sonra Cennet’teki tüm varlıklara dönüp Âdem’e secde etmelerini buyurdu. Bu buyruğa karşı çıkabilecek kadar kibirli tek bir Cennet varlığı vardı, o da Azazil’di. Âdem gelene kadar Cennet’te kendi özünden bihaber, huzur içind
Sezgin Kaymaz’ın, kendi okurunu edinmesini sağlayan ve yeni kuşak
yazarlarda fazla rastlanmayan hasletleri var. İnsanları, özellikle kaderin
sillesini yemiş olanları, aşağıdakileri, kaybedenleri iyi tanıyor. Mistik olmayan,
bir bakıma o “insan iyiliğini” cisimleştiren bir gerçeküstü fanteziye dayanıyor
çoğunlukla romanlarının kurgusu. Lucky, Sezgin Kaymaz romanının bütün
bu hasletlerinin hakkını veriyor. Yine çok iyi işlenmiş insan manzaraları
sunuyor. Pek de “muteber” sayılmayan insanlar
“Âdem’i kısmen yoldan çıkaracağım derken kendi tastamam
yoldan çıkmış, rezil rüsvâ olmuş, sefil zelil olmuş, kelek kepaze
olmuş, permeperişan olmuş, rütbesi tenzil edilip nâr-ı semumdan
mürekkep bir cin olmuş, tekrar tenzil edilip isli pisli bir Şeytan
olmuş, bâtılda ısrar edince bir daha tenzil edilip İblis olmuş, hazır
olmuşken Âdem’i de iğfâl edip kendine benzetmiş, onunla birlikte
Cennet’ten sepetlenmişti.”
İsrafil’in ölü kalplere can veren nefesi, yani Nefha...
Bu romanda ş
“Kendi karşısına çıkıverse kendi de kendinden korkardı; çok iriydi bir kere,
gördüğün göreceğin en iri köpeği bununla mukayese et, o ince belli çay
bardağıysa bu on sekiz bardaklık semaverdi, öyle bir iri, öyle bir iri. Bir hırlasın,
elli kiloluk hiltiyle asfalt deliyormuş, bir havlasın, gök gürlemiş sesi çıkarırdı. (...)
Korkunçtu, bunu kabul ediyordu, ama şunu da kabul ediyordu, gördüğü onca
eziyete rağmen ne insan ne hayvan, kimseye bir kastı olmamıştı. (...) Fenalık
etm
Sezgin Kaymaz’ın en sevilen eserlerinden Lucky, yavruluyor bu
romanda. Farfara,o akıllı ve karizmatik Lucky’nin yavrularının romanı...
Altına sevinç çişleri kaçırarak oynaşan altı yavrunun olduğu kadar,
onları yaşatmak, büyütmek, memnun etmek üzere seferber olmuş
birileri... Taksiciler, bir eski keraneci, yas tutan bir haza hanımefendi,
bir kasap, evde boş boş dolanan bir herifle “soğuk makarnadan başka
yemek yapmasını bilmeyen” bir kadından oluşan saf bir çift... Bu
acayip cemaat, “
"Sezgin Kaymaz"ın yeni romanlarını hasretle bekleyen okurları, bu kez ve ilk kez onun hikâyeleriyle buluşacaklar Sandık Odası'nda... Bir sırrı ifşa edelim: Bu kitaptaki hikâyelerin ortaya çıkmasında zaten biraz da okur parmağı var! Hafta başlarında, mesire yerlerinden dönüp de dairelerimizin iç karartıcı mesai atmosferine girdiğimizde, önümüzde içimizi açacak bir adet hikâye bulsak fena mı olur gibisinden istek parçaları yollayan okurlar gaz verdi bu derlemeye! Sezgin Kaymaz'ın romanlarında karakterlerin, u
Uzunharmanlar mahallesinde bir bekar evi kiralayan Musa daha ilk geceden dehşete düşer. Gaipten sesler gelmekte, odalar kendiliğinden aydınlanıp kararmaktadır. Burası bir perili evdir galiba! Ancak... Eğer hakikaten perili evse mutlaka iyilik perilerinin merkezidir. Çünkü gaipten yalnızca ses değil çörek, börek, turşu, çay, temiz çamaşır, hatta tamirci bile gelmektedir. Ne yapacağını bilemeyen Musa, bir yandan olan biteni anlamaya çalışırken öbür yandan mahalle halkıyla tanışır. Üç kuşaktan doğma büyüme Ank
“Gözlerim yanıyor artık ağlamaktan. Dünyayı sis perdesinin gerisinden görüyorum, üstüne süt dökülmüş gibi görüyorum her şeyi, puantiyeli görüyorum, beyazlı beyazlı. Yumayım diyorum şunları, kurumuş artık, hırş hırş ses geliyor gözkapaklarımdan, fayda etmiyor, pat diye açıyorum tekrar. Hepi topu iki saatlik uykum var günlük, o da gitti elden. Düşünen insan uyuyamaz, gece gündüz İnci’yi düşünüyorum ben, varsa o yoksa o, nasıl uyuyayım?” En sıra dışı insanların sıradan insanl
Sıfatsız büyüyordu İrfan. Tabii aynasız, karanlıksız, gölgesiz. Enikonu topal, enikonu çolak, enikonu kör, enikonu patates kafa, enikonu çirkin, Orkun dışındaki akranları arasında enikonu arkadaşsız, dostsuz, 133'ün dışındaki dünya hakkında enikonu bilgisiz. Tek gözü olmayan birinin her şeyi kartpostal gibi görebileceğini, üçüncü boyutu isterse naylon gözlük takıp üç boyutlu sinema seyretse hayatta göremeyeceğini bilmiyordu mesela. Ve dışarıda kalbin beş para etmediğini de bilmiyordu.
Rengârenk bir kadro ci
İlk 'Canım' demek istediğinde ar etmiş dedem, 'Hanım' dese 'malım'
demiş gibi olur diye korkmuş, 'Vesile' dese çok resmî, soğuk. Ama
kendinden tarafa bakmasını istiyormuş, onu görmesini, onun içini,
yüreğini, sevdasını fark etmesini istiyormuş; anlatacak, dökülecek,
gerekirse ağlayacakmış. 'Baksana' dese olmaz, 'Bak hele...' demiş,
devamını getirebilecekmiş gibi. Bakele dönüp bakmış. Dedem
bütün söyleyeceklerini unutmuş, öylece kalmış.
En safından aşk, hani, hasretle imtihan edilen... Aşka, dosta, sırdaşa,
Yağlı Havilland ile boynunu, ensesini, kulak arkalarını kremleyip
kokulandırmış, bol bol limon kolonyası dökünmüş, saçlarını taramış,
Müesser'in kızı Şengül'e diktirttiği kendinden korseli pembe eteğinin
içine zor bela girmiş, çorap lastiğini bulduktan sonra yardımına gelen
bir kız evladı bile olmadığı için beceriksizce kendi etini budunu çimcire
çimcire sütyenini takınmış, ondan sonra fanilasını, beyaz, kıvrık yakalı bluz
gömleğini de giymiş, onun da üstüne pembe ceketini giyip gerdanına sahte
inci pembe k
...
Korkunç bir rüya... Kabus.
Koca koca insanlara yatak ıslattıran cinsten. Gündüz de zihne yapışan cinsten.
Üstelik dizi-rüya. Devam ediyor, gelişiyor; gizli kamera gibi geziyor görenin geçmişinde.
Rüyanın musallat olduğu insanlar:
Kendini bildi bileli dedesiyle yaşayan, dağınık ve haif şaşkın bir sigortacı genç adam.
Bir çift ölü göz gözlerinin içine dikilmiş, öbür dünyadan buna
bakıyordu sanki. Ve ne kadar kibar konuşuyordu ölü. Kılığına bak, ya
otopark değnekçisi ya durak kâhyasıdır derdin; yüzüne bak, melek
midir nedir; gözüne bak, ölmüş de haberi yok yazık; hiçbir yerine
bakmadan sırf dinle, haber spikeri. Ve de ne kadar âşinâ geliyordu
Allahım. Ve maalesef nasıl da ürpertiyordu.
Deccal olmak, melek olmak Ölü olmak, diri olmak
Hasta olmak, sağlıklı olmak Erkek olmak, kadın olmak, eşcinsel
olmak, başka cins olmak (Bi
Uzunharmanlar mahallesinde bir bekar evi kiralayan Musa daha ilk geceden dehşete düşer. Gaipten sesler gelmekte, odalar kendiliğinden aydınlanıp kararmaktadır. Burası bir perili evdir galiba! Ancak... Eğer hakikaten perili evse mutlaka iyilik perilerinin merkezidir. Çünkü gaipten yalnızca ses değil çörek, börek, turşu, çay, temiz çamaşır, hatta tamirci bile gelmektedir. Ne yapacağını bilemeyen Musa, bir yandan olan biteni anlamaya çalışırken öbür yandan mahalle halkıyla tanışır. Üç kuşaktan doğma büyüme Ank
Bütün sakinlerinin mutlu ve huzurlu yaşadığı Cennet´te, Tanrı ilk insanı yarattı, adına da Âdem dedi. Onu yarattığı toprağa kendi nefesinden üfleyerek can verdi, bu cana hem iyilikten hem şerden, hem riyadan hem sadakatten koydu. Ona güzel olan ne verdiyse, bir o kadar da kötülük ekledi. Sonra Cennet´teki tüm varlıklara dönüp Âdem´e secde etmelerini buyurdu.
Bu buyruğa karşı çıkabilecek kadar kibirli tek bir Cennet varlığı vardı, o da Azazil´di. Âdem gelene kadar Cennet´te kendi özünden bihaber, huzur içind
Yağlı Havilland ile boynunu, ensesini, kulak arkalarını kremleyip kokulandırmış, bol bol limon kolonyası dökünmüş, saçlarını taramış, Müesser´in kızı Şengül´e diktirttiği kendinden korseli pembe eteğinin içine zor bela girmiş, çorap lastiğini bulduktan sonra yardımına gelen bir kız evladı bile olmadığı için beceriksizce kendi etini budunu çimcire çimcire sütyenini takınmış, ondan sonra fanilasını, beyaz, kıvrık yakalı bluz gömleğini de giymiş, onun da üstüne pembe ceketini giyip gerdanına sahte inci pembe k
Sezgin Kaymaz`ın yeni romanlarını hasretle bekleyen okurları, bu kez -ve ilk kez!- onun hikayeleriyle buluşacaklar Sandık Odası`nda... Bir sırrı ifşa edelim: Bu kitaptaki hikayelerin ortaya çıkmasında zaten biraz da okur parmağı var! Hafta başlarında, mesire yerlerinden dönüp de dairelerimizin iç karartıcı mesai atmosferine girdiğimizde, önümüzde içimizi açacak bir adet hikaye bulsak fena mı olur? gibisinden istek parçaları yollayan okurlar gaz verdi bu derlemeye! Sezgin Kaymaz`ın romanlarında karakterlerin
İsmi, `Şanslı` anlamına geliyordu. Kara, yağlı kayış gibi bir Doberman`de Lucky. Son sahibi Taksici Osman`ın ifadesiyle, `sahip olmayan pişman, sahip olan çok pişman` bir köpekti. Puşttu, dalavereciydi, üçkağıtçıydı, yılan ruhluydu. İspiyoncu ve yalancıydı, şerefsiz ve haysiyetsizdi.
Geber Anne`nin Tayfun`u gibi, görenin kendini kaptırdığı, yüreğine sokmak istediği bir mahluk, Lucky. Sezgin Kaymaz, artık yavaş yavaş `yerlisi` olduğumuz bir dünya kuruyor Lucky`de de: Sıradanla gerçeküstü, yaşamla ölüm, geçm
Toplam 23 kayıt bulunmuştur
Gösterilen 1-20 /
Aktif Sayfa : 1
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için, amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz.