Hayatımızın, çocukluğumuzun belli bir döneminde gerçeküstü fotoğraflarla ilerlemesi ne hoş şey. Orada yer bulabilmek ne büyük bahtiyarlık. Ama aslı olan gerçek hayatın içinde çağıldayan türkülere kulak kabartabilmek. Hayatımıza onlarca öğretmen girdi. Gelip geçtiler dünyamızdan. Her birinin farklı bir izi, farklı bir sesi, nefesi vardı. Her biri kendi dilinde söyledi türküsünü. Bu kitapta işte o türkülerin kendine has sızısına şahit olacak, zaman zaman gülümseyecek zaman zaman hüzünleneceksiniz
Bu sabah kuş sesleriyle uyandım. Ne güzel değil mi? Hayır, güzel değil! Açık penceremden ok gibi dalıp yastığıma saplanan karga sesleriydi. Kuş sesleri dediğimde aklına asla karganın gelmediğini biliyorum. Bu, karganın da bir kuş türü olduğunu bilmeyişinden değil, karganın türünün en önemli özelliği olan güzel bir ötüşten mahrum oluşundan elbette. Yüzümü yıkarken acaba diyordum; acaba türümüzün en önemli özelliklerini taşıyor muyuz? Hareketlerimiz ve sözlerimiz nerelere saplanıyor? Acaba “insan” denince hat
İlk olarak Türkiye Yayınevi tarafından yayımlanan Tahsin Demiray’ın gayretleri neticesinde hayata geçirilmiş bir tarih yazımı projesi olan Canlı Tarihler serisi neşredileli 80 yıl oldu. Son yüz yılın kültür, sanat, düşünce ve siyasi hayatına damga vurmuş portrelere dair hatıraların fasiküller halinde yayımladığı bu seri yakın tarihimize, kültürümüze ve memleket meselelerimize dair önemli bir kaynak olma vasfını daima korumuştur. Hem araştırmacılara hem de pek çok okura ilham verecek ve ufuk açacak mahiyette
Şerif Aydemir, tanışıklıklarından, gidip gördüklerinden, oturup dinlediklerinden insana mahsus en güzel verimlerden biriyle, kayıt düşerek dönüyor. Bu kayıtları, yani not defterinden süzülen hatıra parçalarını, selis bir Türkçeyle revnaklı kaleminden bize aktarıyor. Bunu yaparken de süsten, söz kalabalığından, kalemi eline alınca yazmanın iştahlı dolambaçlarına sürüklenmekten ustalıkla kaçınıyor ve biz okurlara dilimizin yalın kuvvetinden birer şerare gibi atılıp çoğalan bu büyüleyici anlatıları ve anekdotl
Norah Lange, Arjantin edebiyat sahnesinin, özellikle 1920 ve 1930’lu yılların avangard Buenos Aires grubunun ünlü bir üyesiydi. Aynı zamanda kuzeni olan Jorge Luis Borges, Pablo Neruda ve Federico García Lorca gibi yazarlarla arkadaşlık kurdu. Şiir, roman, anı ve kurmaca dışı eserler üretti. 1958’de Arjantin Yazarlar Derneği’nin Büyük Onur Ödülü’ne layık görüldü. Sınıflandırması zor, deneysel bir kitap olan Onlar Ölmeden Önce 1944’te yayımlandı ve bir daha basılmadı. Çok parçalı bir yapboza benzeyen bu kita
Çocukluktan gençliğe, eğitim hayatından iş hayatının zorlu günlerine, hayat değiştiren Ayhan Şahenk gibi kahramanlardan ikinci ve üçüncü nesil ailelerimize, çalışanlarımıza sebat, disiplin, sevgi ve sabırla örülmüş bir hikâye elinizde tuttuğunuz. Aynı zamanda bir doğuş hikâyesi… Bu toprakların kendi mühendislerine emanet edilmesi, dağa taşa Türk imzasının atılması üzerine kurulu bir doğuş hikâyesi. Çiçeği burnunda bir şantiyeden baraj inşaatlarına, cesaret gerektiren coğrafyalardan güzide memleketin en sakl
Abdülhak Şinasi Hisar’ın 1930’larda yayımlamaya başladığı anıları, temel olarak çocukluk yıllarını içine alır. Hoca Ali Rıza’nın resimlerinin Proustvari etkisiyle zihninde canlanan, Sultan II. Abdülhamid’in saltanatına denk gelen bu dönemi Hisar, “Çocukluğumuzun tattığı dünya elbette bir cennetti,” ifadesinde cisimleşen bir bakışla hikâye eder. Yazar, bilincinde olduğu siyasi ve kültürel çelişkileriyle bütün bir dönemin içinden bir “cenneti” taşın içinden bir heykel yontarcasına biçimlendirir: Hem kendi çoc
Abdülhak Şinasi Hisar’ın 1930’larda yayımlamaya başladığı anıları, temel olarak çocukluk yıllarını içine alır. Hoca Ali Rıza’nın resimlerinin Proustvari etkisiyle zihninde canlanan, Sultan II. Abdülhamid’in saltanatına denk gelen bu dönemi Hisar, “Çocukluğumuzun tattığı dünya elbette bir cennetti,” ifadesinde cisimleşen bir bakışla hikâye eder. Yazar, bilincinde olduğu siyasi ve kültürel çelişkileriyle bütün bir dönemin içinden bir “cenneti” taşın içinden bir heykel yontarcasına biçimlendirir: Hem kendi çoc
Abdülhak Şinasi Hisar’ın 1930’larda yayımlamaya başladığı anıları, temel olarak çocukluk yıllarını içine alır. Hoca Ali Rıza’nın resimlerinin Proustvari etkisiyle zihninde canlanan, Sultan II. Abdülhamid’in saltanatına denk gelen bu dönemi Hisar, “Çocukluğumuzun tattığı dünya elbette bir cennetti,” ifadesinde cisimleşen bir bakışla hikâye eder. Yazar, bilincinde olduğu siyasi ve kültürel çelişkileriyle bütün bir dönemin içinden bir “cenneti” taşın içinden bir heykel yontarcasına biçimlendirir: Hem kendi çoc
Abdülhak Şinasi Hisar’ın 1930’larda yayımlamaya başladığı anıları, temel olarak çocukluk yıllarını içine alır. Hoca Ali Rıza’nın resimlerinin Proustvari etkisiyle zihninde canlanan, Sultan II. Abdülhamid’in saltanatına denk gelen bu dönemi Hisar, “Çocukluğumuzun tattığı dünya elbette bir cennetti,” ifadesinde cisimleşen bir bakışla hikâye eder. Yazar, bilincinde olduğu siyasi ve kültürel çelişkileriyle bütün bir dönemin içinden bir “cenneti” taşın içinden bir heykel yontarcasına biçimlendirir: Hem kendi çoc
Abdülhak Şinasi Hisar’ın 1930’larda yayımlamaya başladığı anıları, temel olarak çocukluk yıllarını içine alır. Hoca Ali Rıza’nın resimlerinin Proustvari etkisiyle zihninde canlanan, Sultan II. Abdülhamid’in saltanatına denk gelen bu dönemi Hisar, “Çocukluğumuzun tattığı dünya elbette bir cennetti,” ifadesinde cisimleşen bir bakışla hikâye eder. Yazar, bilincinde olduğu siyasi ve kültürel çelişkileriyle bütün bir dönemin içinden bir “cenneti” taşın içinden bir heykel yontarcasına biçimlendirir: Hem kendi çoc
Abdülhak Şinasi Hisar’ın 1930’larda yayımlamaya başladığı anıları, temel olarak çocukluk yıllarını içine alır. Hoca Ali Rıza’nın resimlerinin Proustvari etkisiyle zihninde canlanan, Sultan II. Abdülhamid’in saltanatına denk gelen bu dönemi Hisar, “Çocukluğumuzun tattığı dünya elbette bir cennetti,” ifadesinde cisimleşen bir bakışla hikâye eder. Yazar, bilincinde olduğu siyasi ve kültürel çelişkileriyle bütün bir dönemin içinden bir “cenneti” taşın içinden bir heykel yontarcasına biçimlendirir: Hem kendi çoc
Fournier’den ebedi yalnızlığa mahkûm olmuş ruhlar için edebi katkılar... “80 yıl sonra artık bekleyecek sabrım kalmadı. Daha yola çıkmadan varmak istiyorum. Her şeyin hemen olmasını istiyorum ama hiçbir şey olmuyor. Sürekli bekleme halindeyim; bir mektubu, çalmayan bir telefonu, geç kalan birini bekliyorum hep; hiç huzurum kalmadı.” Bekleyecek Vaktim Kalmadı Artık, zaman, sabır(sızlık), aciliyet ve beklemek üstüne bir elkitabı. Kaleminden kara mizahı ve hüznü eksik etmen Fournier hayat(ıy)la dalga geçmeye,
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu Kısa Özet
Stefan Zweig Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu (Brief einer Unbekannten) adlı uzun öyküsünü 1920’li yılların ilk yarısında kaleme aldı. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu’nun kadın kahramanını sadece uzun bir mektubun yazarı olarak tanıyoruz. Kadının hayatı boyunca sevmiş olduğu erkek için kaleme aldığı bu mektubun "gönderen"inin adı yoktur. Mektubun başında tek bir hitap vardır: "Sana, beni asla tanımamış olan sana". Kadın büyük tutkusunu hep bir "bilinmeyen" olarak, yani
Orhan Pamuk'un resimli ve özel hatıra defterlerinden seçmeler... Orhan Pamuk, on dört yıldır her gün küçük not defterlerine notlar alıyor ve resimler yapıyor. Pamuk sayfalarda günlük hayatını, güncel gelişmeleri, duygularını, yazmakta olduğu romanların sorunlarını anlatıyor ve tartışıyor. Bazan roman kahramanlarıyla konuşuyor, bazan bir rüyasını ya da bir yolculuğu anlatıyor, bazan da manzara resmi ya da mutluluk hakkında fikir yürütüyor. Pamuk bir sayfadaki bir resme ya da yazıya üzerinden aylar hatta yıll
Engin denizlerin derinliklerinde yaşayan sağır ve kör deniz yıldızları gibi, hayat yolundaki karanlık çalışmalarına devam et, inat et, ağının kopan ilmiğini milyonuncu defa tekrar bağla, tecrübe için elinde mekânın sonsuzluğu ve zamanın sınırsızlığı var. Ceza görmeden yanılmak hakkı olduğu müddetçe insan muvaffakiyetten daima emin olabilir. Oscar Wilde iki kişinin eserlerinin 19. yüzyılı tarihte bir dönüm noktası haline getirdiğini belirtir: Darwin ve Renan, “biri Doğa Kitabı’nın diğeri Tanrı’nın kitapların
1937 yılında Nevşehir’de başlayıp Niğde’de geçirilen lise öğreniminden sonra Ankara’da devam eden, oradan da İstanbul’a uzanan bir hayat. Bu hayatın içinde neler yok ki! Artık pek az örneği kalmış taş evler, cin çıkaran hocalar, eldeki imkânlarla yürütülen ve daha sonra gelişerek Türkiye’de bazı ilklere imza atan fotoğrafçılık, sinemacılık, tiyatroculuk ve gazetecilik faaliyetleri, resim dersi alırken yaşanan dramlar, yutarcasına okunan kitaplar, hayatın öğütüp yıllar sonra insanın karşısına çıkardığı hayla
“5 Temmuz 1996’da kızım aklını kaçırdı.” Michael Greenberg dünya çapında ün kazanan anı kitabı Geri Dön Günışığım’a bu cümleyle başlıyor ve kızı Sally’nin bipolar bozuklukla mücadelesini sarsıcı bir gerçekçilikle anlatıyor. New York’ta kızı ve dansçı eşiyle beraber yaşayan ve yazdıklarıyla zar zor geçinen Michael Greenberg’ün hayatı bir yaz günü altüst olur: Sokakta mani atağı geçiren ve trafiği birbirine katan kızı polisler tarafından eve getirilmiştir. Sally’nin ilk atağını yaşadığı Greenwich Village soka
Kendi tabiriyle “köyde iki numaralı mağaradan çıkmış bir insan” olan Musa Anter, ufku yaşadığı coğrafyanın çok ötesine taşan biriydi: Çocukluğundan itibaren kendisine biçilen rolü reddederek okuyan, yazan, kendini geliştiren, bir yandan türlü işlerle uğraşıp bir yandan yılmadan Kürt halkının yaşadığı sorunlar için mücadele eden bir isimdi. Reşê - Kızının Gözünden Musa Anter, gazeteci Hatice Kamer’in Anter’in kızı Rahşan Anter Yorozlu’yla yaptığı uzun sohbetlerin sonucunda ortaya çıkmış bir
Toplam 540 kayıt bulunmuştur
Gösterilen 60-80 /
Aktif Sayfa : 4
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için, amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz.