“Melâhat Hanım, merdivenleri koşa koşa inen oğlunun arkasından bakarken yüreğinde tuhaf bir sıkıntı hissetti. Nedenini kestiremiyordu ama, oğlunun sevinci yalancıktanmış gibi geliyordu içine. Yüzündeki yaygın rahatlığı bir bıçakla sıyırıverip alsa, altından bir elem çökeleği fırlayacak.” Acemiler, Erhan Bener’in adını duyuran ilk roman. Henüz yirmi üç yaşındayken yayımladığı yapıt, edebiyat dünyasına sıra dışı bir yazarı müjdelemiş, Nurullah Ataç’tan Oktay Akbal’a, önemli edebiyat eleştirmenlerinin değerlen
Türkçe edebiyatın en verimli ve yetkin yazarlarından Erhan Bener, romanlarının yanı sıra anları büyük bir ustalıkla kavrayan öyküler de bıraktı. Bu seçkide yer alan metinler birbirinden epey farklı ve her biri Erhan Bener üslubunun başka yüzlerini yansıtıyor. Anlatılanlar da mitolojideki Olympos Dağı’ndan Paris’in ışıltılı caddelerine uzanan; İstiklal Caddesi’nde, Yeşilçam heyecanlarını dirilten benzersiz bir zaman/mekân yolculuğu vaat ediyor.
Çoğunluk, romancıdan her şeyden önce anlatacak bir şeyleri olsun, bunları sürükleyici bir tarzda anlatsın, okuyucuyu kurmaca bir dünyaya soktuğunu sezdirmesin ister.
Erhan Bener 1984'te çıkan romanı Sisli Yaz'la sürükleyici romana bir örnek verdi.
GÜRSEL AYTAÇ
Adı da güzelliği de sıradışı olan on altı yaşındaki Harikâ'ya âdeta büyülenmiş gibi tutulan ve beklenmedik bir anda evlenmenin eşiğine gelen otuz beş yaşındaki avukat Aydın, tuhaf ve çapraşık ilişkilerin ortasında kalmıştır. Kendisine soğuk da
Hiçbir kitabında kendini yinelemez.
Modern çağlar, kölelik ve efendilik kavramını tersine çevirdi. Daha yeni düşündüm bunu.
Kimin efendi, kimin köle olduğunu saptayabilmek için, tutkuları da değerlendirmek
gerekiyor. Amerikan Başkanı Clinton bunun son örneği. Bizim Kanuni ve Hürrem
Sultanlarımıza, Katarina ve Kara Mustafa Paşalarımıza, Avrupalıların Josephine ve
Napolyonlarına, hatta bir bakıma bütün Shakespeare tiyatrolarının trajedi kahramanlarına
bak. Kim efendi, kim köle, söyleyebilir misin?
Erhan Bener
Herkes asılmasına bir gün kaldığını bilen bir ölüm hükümlüsünün gözüyle değerlendirebilseydi geçen zamanı, dünyanın görünüşü muhakkak ki bambaşka olurdu.
Erhan Bener'in 1961'de Ara Kapı adıyla kaleme aldığı, sonraki baskılarda adını Kedi ve Ölüm olarak değiştirdiği romanı, ölümcül bir hastalığı olduğunu öğrenen resim öğretmeni Zahit'in, kalan üç aylık süreçte tüm yaşamını, yaşamla ölüm arasındaki bir ara kapıda sorgulamasını anlatır. Fransız yayınevi Albin Michel'in Büyük Tercümeler dizisinde yayınlanmasıy
Beni anlıyorsun değil mi?
Anlamıyor ama, Tabii, anlıyorum, diyor. Son günlerin modası da bu. Beni anlıyorsun, değil mi? Evet, seni anlıyorum. Hayır, beni anlamış olamazsın...
Peki ya, Murat onu anlayacak mı?
1996 yılında Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazanan Hınzır Kız, Erhan Bener külliyatında birçok yönüyle farklı bir yere sahiptir. Ölümün eşiğinden dönmüş genç bir kadınla bir emekli valinin aşkı yavaş yavaş örülürken, toplumsal ve siyasi baskılarla boğulan bireyin portresi çizilir. Hınzır Kız, kadın k
Aslında herkes oyun oynar. Kılığına girdiği, görünmeye çalıştığı kişi ile öz beni arasında çıkar uyumu bulunduğu sürece,
oyun oynadığını ayrımsamaz bile insan. Uyum bozulunca da,
hemen iç çatışması başlar ve kişi yeni bir oyuncu kimliği kazanıncaya kadar, kendi kendisiyle baş başa kalmanın sancısını çeker.
Gerçek oyuncu, bu türlü oyunların üstüne çıkabilen,
oyunu oyun içinde oynayan, bundan zevk alan kimsedir.
Yapıtlarında benzersiz psikolojik çözümlemeler gerçekleştiren Erhan Bener, Oyuncu'da çok k
Biliyor musunuz, ben aslında buranın denizini pek sevmiyorum, dedi. Çok sakin, ölü bir deniz. Suyu da çok ılık. Ben Boğaz çocuğuyum. Boğaz'ın denizini severim.
İnsanı kamçılar, korkutur hatta. Yabancıları da hiç sevmez. Akıntılarını iyi bilmek gerekir, yoksa alıp götürür.
Bankacı Yüksel ile emekli biyoloji öğretmeni Adnan Refik, artık orta yaşlarında olmalarının bilinciyle, yaşamlarını, evliliklerini, mutluluk anlayışlarını, özgürlüğü, mutlak özgürlüğün mümkün olup olmadığını düşündükleri karanlık günlerd
İnsanın kendisi için yaşaması, istenilecek bir hak değildi. Annem: ?Bıyıklarını incelt,' diyordu. Öteki kız: ?Bıyıkların yüzümü çiziyor,' diye sızlanıyordu. Baria: ?Beni seversen bıyıklarını kesersin,' diye tutturuyordu. ?Sigara içme,'
diyorlardı; ?Eve geç kalma,' diyorlardı; ?Evlen,' diyorlardı; ?Benimle evlen,' diyorlardı; ?Bana zevk ver,' diyorlardı...
Yaşamımı almak istiyorlardı elimden.
Türk edebiyatında varoluşçu etkiler barındıran ilk yapıtlardan biri olan Baharla Gelen, kahramanı Reha'nın yaşamın
Türkçe edebiyatın ustalarından Erhan Bener'in beyazperdeye de aktarılmış, en önemli romanlarından biri Böcek.
Yapıtlarını benzersiz psikolojik çözümlemelerle kuran Bener'in bu çarpıcı romanı, ana karakterinin ?polis olması ve konusunun güncelliğini hiç yitirmemesi ile dikkat çekiyor.
Polis figürü edebiyatta ele alınması en güç karakterlerden biri olsa gerek. Bener, kahramanla düşman arasında gidip gelen genel algıyı çok dengeli bir şekilde ele alarak, her tür bakışa olanak tanıyan derinlikli bir kurmaca
Lisede fen derslerinden çok başarılı olduğum halde, son sınıfta edebiyat şubesini seçmiştim. Edebiyatçı olmak istiyordum. O sıralarda şiir yazıyordum. Bazı dergilerde şiirlerim yayınlanıyordu. Daha ortaokulda, kendimce roman yazmaya kalkmıştım. Babam da yazı yazmaya meraklıydı. Amcam tanınmış bir yazardı. Ağabeyim de yazar oldu.
Bürokratlar, Erhan Bener'in yapıtında birçok açıdan dönüm noktası oluşturan bir eserdir.
Mesleki yaşamında edindiği anı ve gözlemlerinin öyküleştirilmesinden oluşan ve kendisinin
Ellerini masaya dayadı. Ne yapacağını duşunmeye çalıştı. O başını kaldırıp konuşmaya başlamadıkça, burada durup ne yapacaktı? İyi ama, nereye gidebilirdi ki? Kiminle konuşabilirdi? Sonra tekrar onun,
Bugunü beklemiyor muydun? deyişini hatırladı.
Türkçe edebiyatın ustalarından Erhan Bener'in 1960 tarihli Loş Ayna'sı, sıradışı kurgusu ve farklı edebi türleri bir araya getiren üslubuyla önemli bir roman.
Teknik açıdan polisiye romanın tüm özelliklerine sahip olan roman, kurgusunun sürükleyiciliğini yapıs
Hep aynı özdeş koşullar içinde, aynı ortak sıkıntıları yaşayarak, ama birlikte oldukları zaman bile kendi öz yalnızlıkları içine kapatılmış olduklarını fark etmeden, karmaşık ve bir bakıma heyecanlı bir yaşam sürdürdüklerini sanmışlardı.
Türk edebiyatının ilk distopya örneklerinden biri olan Yalnızlar, 1950'li yılların Türkiye'sinde bir taşra kasabasında geçer. Kimi buraya dönemin politik baskıları yüzünden sürülmüş öğretmen, doktor, savcıdır; kimi gö¬revli olarak orada bulunan subay ya da kasabanın yerlis
Toplam 13 kayıt bulunmuştur
Gösterilen 1-20 /
Aktif Sayfa : 1
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için, amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz.