İlk yazdığı harf A olmalı. Ali’nin A’sı. Varsın sıra sandalye olmasın sınıfta. Toprağa yazmayı öğrenmeli, topraktan yazmayı, toprakla yazmayı. Parmağıyla yazmayı. Şairler nereye dokunsalar parmaklarıyla oraya yazılabilir. Havaya bile. Toprağa ve havaya. Denize ve kuma. Kuma ve güneşe. Şair parmak kaldırmışsa dünya titremelidir. Şairler, varoluşun sırrına kayıtsız kalamayanlardır. Alışkanlığın perdelediği gözlere benzemez gözleri, “ayrıksı” bakarlar. A. Ali Ural, Türkçenin lezzetini, anlatının gücünü ve şai
İnsan sözüne benzemez şiir. “Bir başka lügat tekellüm ettim,” demesi boşuna değildir Şeyh Galib’in. Bir başka dil konuşmaktır şiir, meleksi bir dil. Şair ve okuru arasında yazılmamış bir sözleşme vardır; şair okuruna şiirinden ne anladığını, okur da şairden şiiriyle ne söylemek istediğini sormayacaktır. Bu altın balık şairin avı gibi görünse de bir türlü sepetine atamaz. Bu yüzden okur bedelini ödeyip mülkiyetine geçiremez şiiri. Havadaki kuş satılamayacağı gibi denizdeki balık da satılamaz. Şairin kısmeti
Bu sabah kuş sesleriyle uyandım. Ne güzel değil mi? Hayır, güzel değil! Açık penceremden ok gibi dalıp yastığıma saplanan karga sesleriydi. Kuş sesleri dediğimde aklına asla karganın gelmediğini biliyorum. Bu, karganın da bir kuş türü olduğunu bilmeyişinden değil, karganın türünün en önemli özelliği olan güzel bir ötüşten mahrum oluşundan elbette. Yüzümü yıkarken acaba diyordum; acaba türümüzün en önemli özelliklerini taşıyor muyuz? Hareketlerimiz ve sözlerimiz nerelere saplanıyor? Acaba “insan” denince hat
Bir gün sokağınızdan geçerken oturduğunuz binanın pencerelerinde kendinizi görürseniz sakın dehşete
kapılmayın! Bakın onlar ne kadar sükûnetle izliyorlar sizi. İlk kattaki çocuklar size ne kadar benziyor! İlk
penceredeki emzikli çocuktan, son penceredeki önlüklü çocuğa kadar hepsi el sallıyor size. Hadi durmayın, siz
de el sallayın onlara.
Ay, yanaklarıma tuzlu damlalar serpiyor. Orman perileri ipekten kanatlarını saklıyorlar rüzgârlarını esirgemek için. Umudumu kaybetmedim. Biliyorum susuzluktan yere düşeceğim anda fışkıracak hayat. Buz gibi sular yüzümden süzülüp bir ark açacak kendine ve gitgide yatağını genişleterek önce bir dereye sonra bir ırmağa dönüşecek. Bir yaz gecesi, bir ormanın derinliklerinde başlayan yolculuğumun yine bir yaz gecesi bir denizin eteklerinde nihayet bulması için dua etmeliyim. Kaç ırmak denize varmadan gökte bulm
Bisiklete binmeyi öğrenmek için geç kalma çocuk. Büyüyüp ağırlaştıkça, sana yardımcı olacak kişinin bisikleti dengede tutması, senin peşinde koşması ve düşerken seni yakalaması zorlaşacak. Bir çocukluk olarak görüp küçümseyeceksin belki de bisiklete binmeyi. Yol büyüyecek gözünde, güvenemeyeceksin dizlerine. Vakit varken asıl pedallara. Yol boşsa hızlı da gidebilirsin. Fakat ellerini bırakma sakın. Boşluğa terk edilen ellerde değil, nereye tutunacağını bilen ellerde özgürlük.
Sevgili Dost!
Bu sabah kuş sesleriyle uyandım. Ne güzel değil mi? Hayır, güzel değil! Açık penceremden ok gibi dalıp yastığıma saplanan karga sesleriydi.
Kuş sesleri dediğimde aklına asla karganın gelmediğini biliyorum. Bu, karganın da bir kuş türü olduğunu bilmeyişinden değil, karganın türünün en önemli özelliği olan güzel bir ötüşten mahrum oluşundan elbette. Yüzümü yıkarken acaba diyordum; acaba türümüzün en önemli özelliklerini taşıyor muyuz? Hareketlerimiz ve sözlerimiz nerelere saplanıyor? Acaba 'insa
Sırtüstü kumlara yatsam. Karıncalar dolansa parmaklarımda. Su satan bir çocuk, Abi buz!
diye bağırsa kulağımın dibinde. Buz gibi su! Buz gibi deniz! Bardağı kafama dikiyorum ve
koşmaya başlıyorum denize doğru. Fakat uzuyor kumsal. Koştukça çoğalıyor kum. Koştukça
uzaklaşıyor deniz. Buz gibi su! Bir bardak daha dikiyorum kafama. Kan ter içinde koşmaya
devam ediyorum. Ayaklarım suya değse! Bir kere değse ayaklarım ıslak kumlara. Buz gibi su.
Deniz yok. Gözden kayboldu!
Satranç oynayan şah mı, derviş mi belli değil.
Dokunduğu anda piyonları vezire çevirdiğine bakılırsa şah.
Şahla göz göze geldiğinde tepeden tırnağa ürperdiğine bakılırsa derviş.
Kiminle mi oynuyor?
O da pek belli değil.
bir günah işle ve onu öldür,
geçmeden bir deniz kenarından,
bir günah işle ve onu öldür,
takmadan köpüklerni peşine,
ahtapotları, denizatları ve yıldızlarıyla,
mürekkep balıklarını kurutmadan gidişi,
bir günah işle ve onu öldür,
Kitaplardan başka bir yerde nefes alıp veremediğimiz zamanlar vardır, pencerelerin de bizi
açamadığı. Gökle yer arasındaki mesafe o kadar daralmıştır ki çok geçmeden yaşadığımız
dünyaya ait olmadığımız duygusu his olmaktan çıkıp yeryüzünün bütün koridorlarını çınlatan bir
çığlığa dönüşür: Ben buraya ait değilim! Dünyanın görünmez parmaklıklarla çevrildiğini fark
ettiğimiz, dudaklarımızın aczini kabul edip kelimelerinden vazgeçtiği anlar... İşte o büyük
suskunlukta kütüphanemize doğru yürüyüşümüz, bir mabede
GÜNEŞİMİN ÖNÜNDEN ÇEKİL! Bu azarı bir imparator duydu.Büyük İskender deniyordu ona.
Diyojen´in şöhretini duymuş ,şanını bu şöhretin yanına taşıyarak halka hoş görünmeyi ummuştu. Bir yanda Makedonya kralının parlak alayı,öbür yanda paçavralar içinde güneşlenen Diyojen...Biri yücelterek, diğeri aşağılayarak dünyayı kendine dar gören iki adam !İmparator ihsanda bulunmak istiyor: Ne dilersen,yapayım!Diyojen üzerine düşen gölgenin İmparator´a değil dünyayaya ait olduğunu hissediyor ve elinin tersiyle itiyor bu g
Sevgili Dost!
Bu sabah kuş sesleriyle uyandım. Ne güzel değil mi? Hayır, güzel değil! Açık penceremden ok gibi dalıp yastığıma saplanan karga sesleriydi. Kuş sesleri dediğimde aklına asla karganın gelmediğini biliyorum. Bu, karganın da bir kuş türü olduğunu bilmediğinden değil, karganın türünün en önemli özelliği olan güzel bir ötüşten mahrum oluşundan elbette. Yüzümü yıkarken acaba diyordum; acaba türümüzün en önemli özelliklerini taşıyor muyuz? Hareketlerimiz ve sözlerimiz nerelere saplanıyor? Acaba insan
Size Bütün kelimeleri unutacaksınız ancak kendinize bir tanesini ayıracaksınız. deseler cevabınız ne olurdu?
Zor soru değil mi? Ben böyle soruları cevaplamayı hiç sevmiyorum. Böyle soru mu olur kardeşim deyip geçmek istiyorum. Taraf gazetesinin arka sayfasındaki 20 soru faslındaki soruları cevaplamaya çalışmıştım bir keresinde. Ne çok düşünmek gerektiğini fark etmiştim. Cevaplar kısa cümlelerle hatta kelimelerle yahut bir kelimeyle verilecekse vay bencileyin kararsızların haline!
Neyse lafı uzatmayalım bi
harcı değil barbar kolun kulaç atmak dağalası gibi küskün gölünde lodos da ne nefhayla kıpırdanan tellerde yürüyecek ateşbaz düşmeden bir kez kaçmaya görsün bin yıl çıt çıkmaz vadisinden borular çalsa ürkütmeden avlayacaksın şarkıyı okunla değil ıslığıyla okunun
üç ömür ak düşmeyen saçlarına bal yürüyecek uçuştukça telleri çilek toplar gibi dokunacaksın Mara'nın saçlarına
harcı değil barbar kolun kulaç atmak dağalası gibi küskün gölünde
lodos da ne nefhayla kıpırdanan tellerde yürüyecek ateşbaz düşmeden
bir kez kaçmaya görsün bin yıl çıt çıkmaz vadisinden borular çalsa
ürkütmeden avlayacaksın şarkıyı okunla değil ıslığıyla okunun
üç ömür ak düşmeyen saçlarına bal yürüyecek uçuştukça telleri
çilek toplar gibi dokunacaksın Mara'nın saçlarına
Ayna döndü; o gümüş gölde belirdi bir bir suretler. Aynaları döndürdü kendine, yelken açtılar bir bir.
Dudakları kıpırdadıkça doldurdu rüzgâr göğsünü teknelerin. İsrafil'in suruyla yükseldi dalgalar göğe.
Kopmadı kıyamet, hayır!
Bir kıyamet tatbikatı bütün zamanlar adına yeryüzünde.
Büyük ayna, yüzlerce ayna tarafından kuşatılmıştı.
Teslim almak için değil, teslim olmak için sarıldı etrafı.
Otuz üç sahabi, otuz üç ayna. Subhânallah diyerek açılıyor aynaların örtüsü...
Toplam 24 kayıt bulunmuştur
Gösterilen 1-20 /
Aktif Sayfa : 1
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için, amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz.