Fotoğraftasın sarkık bıyıklarınla
Gözlerin yeni doğmuş tay bakışlı
Bir derede çimmişsin ıslak donun
Az ötedeki çalıda kuruyor
Arkadaşlarını bekliyorsun
Gelmeyecek olan arkadaşlarını
Gazeteler yazıyor radyolar isim isim
Sayıyor kimliklerini yaralı ya da ölü
Fotoğrafta sarkık bıyıkları
Ve artık yeri göğü
Görmeyen bakışlarıyla
Oradalar
Gelecekler
Büyük aşklar yolculuklarla başlar
Ve serüvenciler düşer bu yollara ancak
Onlar ki dünyanın son umudu
Soyları tükenen birer çılgındırlar
Ne bir adresleri vardı onların yeryüzünde
Ne de aşktan başka bir sığınakları
Ama yaşarlar dünyanın dört bir yanında
Ölümle alay ederler sanki
.
Derler ki,
Son büyük serüvenci yaralıdır hâlâ
Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında Yanlış adreslerdeydik, kimliksizdik belki sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar Biz mi yalnızdık, durmadan yağmur yağardı üşür müydük nar çiçekleri ürperirken Gidersen kim sular fesleğenleri kuşlar nereye sığınır akşam olunca
Günümüzde yazılan Türkçe şiir, zamanın ruhuna bel bağlamadan, belleğin biriktirdiği gelenekselden arınarak kendine dair bir ben oluşturuyor. Egemen estetik beğeniye, anlatıya, lirizme karşı durarak modern şiiri yeni bir evreye taşıyor. Buna yeni bir kuşak oluşumu değil, bir kopuş denemesinin poetik duruşu diyebiliriz diye düşünüyorum. Belki de, geleceğin yelesini bugünden avuçlarına alma isteği. Şiirdeki bu değişim düz bir zeminde ilerleyişle değil, hayatın hız ile edindiği sıçramalarla anlaşılabilir. Çünkü
Aşklar mı diyordun, anladım
Senin incindiğin benimse
Yollara düştüğümdür benimse
Biten bir aşk için
Söylenecek söz şu olmalı
Güzeldi yine de
Hiç kimse bir aşkı
Onarmaya kalkmasın
Kaybedilmeye değer
En güzel anında bitirilmişse eğer
Bir yanılma, yanılsama ve kendini aldatma oldu sanat alanını kuşatan.Öyleyken, yani şiir, roman, öykü, sinema, heykel, tiyatro, dar bir alanda dolaşımdayken niye şiir yazıyoruz, niye gazetelerin lütfen ayırdıkları kültür sayfalarında yazmayı sürdürüyoruz? Yazmakta olduğum şiir niye beni geceyarısı uyandırıp masaya sürüklüyor, onu yeni baştan yazmakla yüzyüze getiriyor?
Elbette kimse beni şiir ya da yazmakla görevlendirmedi.
Bahar, bahar olduğu için yeşertir doğayı; acı acı olduğu için yaşanır; sevda, sevd
Büyük aşklar yolculuklarla başlar
Gidelim istersen suyun
Söğüt dallarını serinlettiği
Irmağın sesine aldanarak
Bir aldanma değil midir
Öncesi unutulan şeyler gibi
Aşklar ve yolculuklar da
Belki anlatır anlatacağı
Bir şey varsa bekleyen
Eprimiş olsa da sözler
Dövüşen anlatsın
Acının miladıyla
Çeliğin sessizliğinde
Yol ayrımı
Mülkümüz kederdir
Efkarlı olduğumuz doğrudur
Bir sevda ki
Bel bağlamadık sevdadan gayrısına
Elveda keder
Zulmün defteri eksik tutulmuştur
Günlüğü yoktur hüznün
Acının sarnıcı
Zamanı ve sevdayı kollamaktayız
Seher türküleri
Her seher yeniden
Direniş günleri
Kavgalar büyüdükçe
Bir hazin hikaye
Zulüm de biter
Gün ağarırken
Dövüşen anlatsın
Acının miladıyla
Çeliğin sessizliğinde
Yol ayrımı
Mülkümüz kederdir
Efkarlı olduğumuz doğrudur
Bir sevda ki
Bel bağlamadık sevdadan gayrısına
Elveda keder
Zulmün defteri eksik tutulmuştur
Günlüğü yoktur hüznün
Acının sarnıcı
Zamanı ve sevdayı kollamaktayız
Seher türküleri
Her seher yeniden
Direniş günleri
Kavgalar büyüdükçe
Bir hazin hikaye
Zulüm de biter
Gün ağarırken
Bir söz bazen, düşünülenin dışında bir anlam kozası oluşturabiliyor ve bu koza, söz ile eylem, eylem ile amaç, amaç ile algılanış arasında devinerek, kendi kelebeğini gün ışığına salıveriyordu. Söz kelebeklerinin özgürce uçuştuğu, insanın doğayla, doğanın insanla uyum kurduğu bir yaşam biçimi: Bir ütopya! Ütopyamızdan yaşamımıza ne taşıyabiliyoruz ki? Yaşayabilmeliyiz oysa. Yoksa yazdıklarımız sulara yazılmış olur. Her şey sulara mı yazıldı yoksa? Suretimiz suya yansıdığında bir hoşnutluk duyarız, su ile ar
Deli kuş bilir misin nedir
türküler kadar sevdalanmak
duyabilmek yüreğinde
bir depremin uğultusunu
Suya düşen bir karanfilse yüreğin
bırak kendini ırmağın türküsüne gülüm
vursun seni o taştan bu taşa
o çağlayandan bu çağlayana sürüklesin
Kavgadan uzak kalmışsan
sevdadan da uzaksın demektir
devinmez yüreğinin mağması
çatlamaz sabrın karataşı unutma
Yeni bir defter Unutmalar üzerine Ah kadın Hız ve tansık Söz yorgunluğu Hayaletimsi gölgeler
Kök ve kehânet Öncesi mi Sonrası mı Kara bir ütopya
Eski bir aşk Veda divanı I, Veda divanı II Bakışın senin Uçan Su
Hayyam, yalnızdın sevgilinin yanın
Şimdi gitti, artık ona sığınabilirsin.
Rivâyetdi ve zaman sakin
Bir su gibi hareleniyordu
Senin için orman uğultuları
Uzun kış geceleri getirdim
Artık okunmayan masallardan
Bildim ama bilemeyip düştüm
Yollara ıslığımdaki gül kokusuyla
Çünkü gül mağrur bir yalnızlık
Yahut dalgın bir keder olarak
Yakışırdı senin şehlâ sesine
Rivâyetdi ne zaman sahi oldu
Bildim bilemedim sahi nasıl soldu
Söz ve eylem diyalektiğinin öznesinin yüzleşeceği olgu, etik´tir. Sözün sahiciliği azalmayı,- eylemin sahiciliği ise, azalarak çoğalmayı göze alıştır ki, etik, burada, bu sahicilik ile hayat buluyor. Meşruiyet kazanma yerine eleştirelliği, egemen olma yerine eşitlikçi duruşu yeğlemek, belli ki sistemle aramıza koyacağımız mesafe ile mümkün olacaktı. Bu süreç, söz ile eylemin sorgusunu bir vicdan olarak hissetmek ve hattâ hayatımıza çağırmakla sürüp giden bir durumdur ki, bu aynı zamanda hayatı devrimcileşti
Büyük aşklar yolculuklarla başlar
Ve serüvenciler düşer bu yollara ancak
Onlar ki dünyanın son umudu
Soyları tükenen birer çılgındırlar
Ne bir adresleri vardı onların yeryüzünde
Ne de aşktan başka bir sığınakları
Ama yaşarlar dünyanın dört bir yanında
Ölümle alay ederler sanki
.
Derler ki,
Son büyük serüvenci yaralıdır hâlâ
Büyük aşklar yolculuklarla başlar
Gidelim istersen suyun
Söğüt dallarını serinlettiği
Irmağın sesine aldanarak
Bir aldanma değil midir
Öncesi unutulan şeyler gibi
Aşklar ve yolculuklar da
Belki anlatır anlatacağı
Bir şey varsa bekleyen
Eprimiş olsa da sözler
Bakışın senin: çatılara yuva yapmış kırlangıç hızı
Ağustos denizinin çırpınışı, bahçeye inen çocuk
Bir romanın ilk cümlesi oluyor alnına düşen saç
Ulusal müzeye kabul edilmeyen aykırılıksın sanki
Bakışın senin: kavakların rüzgârla kıpırdanışı
Bir kamaşmayla ürperişi zeytin ağaçlarının
Tam orada dur şimdi, gözbebeklerinin hayret
Nidâsıyla harelenmesine tanık olsun zaman
Zaman kelimeler gibi sekiyor bakışında senin
GörSen; resim, fotoğraf, heykel üzerine yazdıkları¬mı bir araya getiriyor. Tanıdığım, yapıtlarından estetik tadlar aldığım sanatçıların bazıları, sergileri hakkında iz¬lenimlerimi yazmamı istediler; yazıların çoğu bu nedenle yazılmıştır. Fotoğraf derneğindeki iki konuşma ile man¬zum metinler de bu bağlamdadır.
Görsel sanatların kendine özgü kavramlarıyla ör- gülenmemesi nedeniyle bu yazılar, herhangi bir sanat izleyicisinin öznel yaklaşımı olarak düşünülmelidir. Ola¬sıya öznel ve izlenimci. Öyleyken sanatın
Polisle çatışırken bitti galiba çocukluğum ve ilkgençliğim Yoldaşlık günleriydi; Kardeşler! Dağın geyiği, dilin şiiri tanık olsun; anamızın ak sütü
Tanık olsun ki haklıyız, kazanacağız! Barikat günleriydi.
Yaralı bir kardeşi taşırken omzumda, cesaret diyordum
Sesimde tereddütsüz geziniyordu en delişmen tay
Vahşi bir vadiden akıyorduk toynaklarımız kan içinde
! Alev bir nidâ idik ve arkadaşlık günleriydi
Hayatın bir hikâyesi varsa bizimki biraz da bu idi işte
Ölüm en gencimizden yakaladı, on yedisindeydi
Toplam 24 kayıt bulunmuştur
Gösterilen 1-20 /
Aktif Sayfa : 1
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için, amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz.